Ülkemizde, 1990’lı yılların başında yükselişe geçen aslında çok da yeni olmayan bir örgütlenme biçimi olarak gönüllü kuruluşların özel ve kamu sektörleri yanında toplumların ekonomi ve siyaset hayatında güçlü bir etkiye sahip olabileceği gerçeği keşfedildi. Kanarya sevenler derneği metaforunu bir tarafa bırakırsak o tarihlerde ülkemizde önemli sivil toplum örgütleri başarılı faaliyetlerini sürdürüyorlardı. Yönetim dünyası sözlüğüne STK (Sivil Toplum Kuruluşları) kısaltmasının NGO (Non-Governmental Organizations) sınıflandırmasının tercümesi olarak girmesiyle birlikte önceleri herkese uygun gelen bu tanım yerine daha sonra bazıları ”kar amacı gütmeyen” kuruluşlar ifadesini kullanmaya başladı. İngilizcesi kamu kuruluşu olmadığına, Türkçesi sivil ve toplum sözcüklerine vurgu yaparken sonuncusu ise adeta kar amacı gütmenin iyi bir şey olmadığını öne çıkarıyordu. Bir sektörün kendisini yapmadığı şeyler üzerinden tanımlaması oldukça garip gözükse de, 2008 yılındaki küresel finansal kriz, sadece kar amacı gütmenin pek de iyi bir şey ve bu tür tanımlamaları yapanların haksız olmadığını gerçeğini acı tecrübelerle bizlere göstermiş oldu.
DEVAMINI OKU