Bu yazı alışılmış çarşamba yazılarımdan farklı olarak, biraz uzun ancak konuya ilgi duyanlar için göz açıcı ve düşündürücü nitelikte. Makale 21 Kasım 2024 tarihinde Harvard Business Review çevrim içi yayınında yayınlanmıştır.
Psikolojiye son yirmi yıldır artan ilgi, konunun önce yavaş sonra da hızla bilimsel çerçevesinden uzaklaşmasına neden oldu. Hayatın hemen her cephesinden insanlar, farklı disiplinlerde eğitim almış olanlar, kendi mesleki yolculuklarında doyum bulamayanlar veya tıkandıklarını hissedenler psikolojiye “sarıldı”. Sarılmak eğer yardım almak anlamında olsaydı, muhakkak olumlu değerlendirilirdi. Bu kişilerin çoğu, yarı yapılanmış veya yapılanmamış yollardan geçerek veya yollarını kendileri inşa ederek, kendilerini başkalarına yardım konusunda uzman kabul ettiler.
Özel üniversiteler psikolojinin gördüğü bu ilgi karşısında sadece psikoloji bölümlerini değil, master programlarını da ön şart aramaksızın doldurdular. Bu ilgiye karşılık verecek öğretim üyesi bulunmamasının sorun olmadığına geçen yıllarda yaşayarak tanık olmuştum. Psikoloji günlerine konuşmacı olarak davet edildiğim bir vakıf üniversitesindeki bütün öğretim üyeleri çocuk hekimlerinden oluşuyordu.
Yolu böyle bir eğitim kurumundan dahi geçmeyenler farklı dillerde yazılan kitaplardan kes-yapıştır kitaplar yazdı. Bazıları daha cesaretli çıktı ve iş hayatındaki ihtiyacı görüp kişilik testleri üretti. Bu konudaki en cüretkar örnek, normların etkili olduğu bir kültür olan İsveç’ten çıktı ve ülke sınırlarını aşarak dünyaya yayıldı. Alanda bir uzman tarafından yazıldığına ve insan psikolojisini anlattığına inanılan Thomas Ericson’un Surrounded by Idiots (Aptallarla Çevrili)kitabı İsveç’te 100.000 den fazla satarak 10 milyon eurodan fazla gelir elde etti. Bu kitabın başarısı, iş hayatında birçok şirketin kişilik testlerine olan ilgisini pekiştirdi ve bu yeni pazarı değerlendirmek isteyenlerin sayısını arttırdı.
Uppsala Üniversitesinde matematik profesörü David Sumpter, Medium’daki yazısında İsveç Şüpheciler Derneği üyesi psikolog ve psikoterapist Dan Katz’ın yaşadıklarına dayanarak, Thomas Erikson’ın “Surrounded by Idiots” kitabının bir sözdebilim skandalı olduğunu anlatmış. Özgün kaynağa ulaşmam birkaç yıl önce Psikolog Gamze Şener’in çevirisine rastlamam sayesinde oldu. Psikolojinin son yıllarda giderek daha hoyratça kullanıldığını gördüğüm ve bu yazı bunu çok güçlü şekilde ortaya koyan bir örnek olduğu için, aslına sadık kalarak düzenledim. Özgün metne ulaşmak isteyenler yazını sonundaki ilk referansa gidebilirler.
Erickson’ın araştıran Dan Katz’ın yargısı çok keskin. Bu kitabın dayandığı kuram ve bunu izleyen çalışmalar sözdebilim saçmalığından ibaret. Hatta Erikson psikoloji ve davranış bilimleriyle ilgili temel bilgiden bile yoksun. Bu nedenle VoF (Vetenskap och Folkbildning — the Swedish Skeptics Society — İsveç Şüpheciler Derneği) ThomasErikson’ı “2018 Yılının Dolandırıcısı” ilan etmiş. Gelin şimdi David Sumpter’in kaleminden olayın İsveç’te nasıl geliştiğini izleyelim.
İnsanların gözündeki perdeyi kaldıran kitap
İsveçli’ler bir anda üzerinde gölgeli kırmızı, sarı, yeşil ve mavi figürler bulunan bir kapak ve kitapçılardaki bu kapağın posterlerini her yerde görmeye başladılar. Özellikle havalimanlarında ve uçakta bu kitabı okuyan insanların yanından geçmek olağan oldu. Aynı dönemlerde, uzman psikologlar bazı hastalarının “sarı insanla yaşayamayacaklarını” belirttikleri için partnerlerinden ayrıldıklarını bildirdiler. İnsan kaynaklarının yaptığı testler sonucu bazı çalışanlara şu anki takımlarındaki “renk uyumsuzluğundan” dolayı başka bir takıma geçmeleri gerektiği söylendi. Cafe’lerde “Ben kırmızıyım, biraz da mavi. Senin rengin ne?” tartışmaları duyuldu.
Bu ilginin ardından Thomas Erikson medyada boy göstermesi gecikmedi. İsveç ulusal kanalı TV4’teki sabah haberlerinde, onu davranış ve iletişim alanlarında uzman olarak tanıttı. İkinci kitabı Surrounded by Psychopaths (Psikopatlarla Çevrili) yayınlandığında devlet kanalı STV, Ericson’ı psikopatlar hakkında konuşmak için “Doktora Sor” programına davet etti. Ülkenin önemli gazetelerinden biri olan Aftonbladet, psikolojiyle ilgili soruları cevaplaması için ona haftalık bir köşe verdi. Yüksek ücretlerine rağmen konferans biletleri yok satmaya başladı ve Erikson bu konferanslarda, insanların nasıl kırmızı, mavi, sarı ve yeşil olarak bölünebileceğini anlattı. Bundan önce hiç kimse, insanların nasıl ve neden böyle davrandıklarını anlamaları konusunda, toplumda böyle bir etki yaratmamıştı.
Bu ilgiye şaşıran psikologlar İsveç halkının Erikson ve onun bu dört rengine nasıl olup da böyle körü körüne bağlandığı konusunu araştırdılar. Bazı profesyoneller, Ericson’ın kullandığı renk ayrımını çok bilinmeyen ve psikoloji bilgisi olmayan bazı yönetim danışmanlarının kullandığı Myers-Briggs Test’ine benzettiler. İsviçreli psikolog Carl Jung’un mistik düşüncelerine dayanan bu test ve arkasındaki kuram, modern psikologlar tarafından ciddiye almaz. Uzun yıllar önce geliştirilen bu test çok sayıda araştırmaya konu olmasına rağmen bilimsel olarak geçerliliğini gösteren hiç bir sonuç bulunamamış ancak psikoloji disiplininden uzak iş hayatı yöneticileri tarafından coşkuyla karşılanmıştır. Bunun en önemli nedeni çıkan sonucun, aynı astrolojik tanımlamalarda olduğu gibi, değerlendirilen kişinin kendini çok iyi hissetmesini sağlamasıdır. Yıldız burçlarında olduğu gibi, bu test de herkesin kendi sonucuna aşık olmasını sağlar.
Psikologlar çalışmalarını ilerlettikçe “Aptallarla Çevrili Olmak” kitabının dayandığı temelin Myers Bridge’ e değil, DiSC diye adlandırılan elli yıllık bir modele dayandığı görüldü. Modelin geçmişi bu kadar eski olmasına rağmen, bugüne kadar bu testin de sonuçlarını doğrulayan hiçbir bilimsel kanıt bulunamamıştır.
Gizemli bir kavram olarak kişilik
Kişilik konusu herkesin ilgisini çektiği halde, geniş halk topluluğu kişilik hakkında bilimsel bir anlayışa sahip değildir. Bu nedenle astrologlar, falcılar ve kerametleri kendilerinden menkul pazarlamacılar kişilik konusunda toplumun bilgisizliğini kolayca paraya çevirebilir. İsveç Şüpheciler Derneği, bu konuda belki de en ileri gidenlerden biri olduğu için ve sözde bilim saçmalığı ile uluslararası bir ün ve servetin sahibi olan Thomas Ericson’un hikayesinin peşine düştü.
Bilimsel düşünce disiplinine sahip olmayan insanlar, iki olayın birbirini izlemesi durumunda, arkadan gelen olayın öndekinin sebebi olduğu yanılgısına kolayca düşerler. Basit örnek yağmur yağdığında şemsiye açılmasıdır ancak şemsiye açıldığı zaman yağmur yağmaz. Popüler psikolojiyle ilgilenenler bu tür hatalara düşmeye yatkındır. Bu konuda Dan Katz’ın verdiği örnek, “özgüveni nasıl geliştiririz?” konusunda yazdığı kitaplarla küçük bir servet elde eden popüler İsveçli motivasyon konuşmacısı Mia Törnblom’ün yaklaşımıdır. Ona göre “olumsuz düşünceler düşük özgüvenin sonucudur”. Ancak özgüvenin tanımı zaten, kişinin kendisi hakkında olumsuz düşüncelere sahip olmasıdır. Bu da bir kısır döngüye yol açar ve böylece düşük özgüven, düşük özgüvenle açıklanır. Törnblom özgüveni düşük insanların aynaya bakıp defalarca “Ben harikayım.” demelerini önerir. Böylece özgüvenin artacağına ve kişinin topluluk önünde konuşmak gibi daha önce yapmaya korktuğu şeyleri yapabileceğini iddia eder.
Birçok yaşam koçunun hatta terapistin, kendileri hakkında olumsuz düşünceleri olan insanlar için sıklıkla önerdiği bu tarz onaylamaların aslında zarar verici etkisi olduğu Wood’un 2009 yılındaki çalışmasıyla ortaya konmuştur. Bu egzersizler yapıldığında, beklenenin aksine birçok kişide olumsuz düşünceler ve gerginlik artar. Bu durum psikoloji konusunda eğitim ve deneyime sahip olmayan iyi niyetli insanların önerilerinin zarar verici sonuçlar doğurabileceğine iyi bir örnektir. Özgüven problemlerini tedavi etmek bu ve benzeri basit mantraları tekrar etmek kadar kolay olsaydı, günümüzde yetersizlik duygusuna sahip insan kalmazdı. Kısacası düşük özgüven açıklama değil bir etikettir ve kavramları bu şekilde kullanmak kötü havanın yağmura neden olduğunu söylemekten farksızdır. Bu nedenle, insanları kırmızı, mavi, yeşil, sarı olarak adlandırmak hiçbir şeyi açıklamaz.
Davranış bilimlerindeki modern kanıta-dayalı metotlar, insan davranışlarının bağlama bağlı olduğu düşüncesini temel alır. Örneğin, sınıfta utangaç olan bir çocuk, futbol takımındaki arkadaşlarıyla birlikteyken merkezde rol alabilir. Dışa dönük biri, kimsenin ona ilgi göstermediğini fark ettiğinde sessizleşebilir. Hepimizin farkında olduğu bu basit durumlar, psikologların kişilik terimini kullanırken çok dikkatli olmasına neden olur. Bu sınırlamalar çerçevesinde, kişilik tiplerini sınıflandırmak için birçok bilimsel girişim olmuştur. Bu çalışmalar, 2000 yıl önce Hipokrat’ın mizacı dört şekilde gruplandırmasından (asabi, soğukkanlı, melankolik, ümitli), 20.yüzyılda Jung’un çalışmalarına kadar uzanır. Ancak bu çalışmaların bilimsel temele oturması, 1980–90’larda ortaya atılan “Beş Faktör Kişilik Kuramı”na kadar mümkün olmamıştır.
“Büyük Beş” bir kuramla değil, her biri yüzlerce soru içeren binlerce kişilik anketinin istatistiksel analiziyle belirlenmiştir. Zaman içinde nispeten sabit olan beş özellik; deneyime açıklık, sorumluluk, dışadönüklük, uyumluluk ve duygusal dengedir. Bu özellikler insanların farklı tiplerde sınıflandırılmasına neden olmaz. İnsanlar çok uyumlu olmakla, uyumsuzluk olmak aralığında bir yerde konumlanır ve büyük çoğunluk ortada yer alır. Aynı zamanda bu beş özellik birbirini dışlamaz ve deneyime açık biri aynı zamanda yüksek sorumluluk duygusuna sahip olabileceğini kabul eder. (Bazı testler dışa dönüklük içinde yer alan başarı yöneliminin (ambition), iş hayatı söz konusu olduğunda ayrı bir boyut olarak değerlendirir). Özetle “Büyük Beş” (Big Five), insan davranışlardaki farklılıkları istatistiksel olarak özetlemek konusunda işlevsel bir yoldur ve bu testleri geliştiren psikologlar da insanları bu beş faktöre bakarak sınıflandırmak konusunda çok dikkatli olmaya özen gösterir. Sjöberg’in 2010 yılında gösterdiği gibi, “nasıl davrandığımız noktasında farklı eğilimlerimiz var ancak bu eğilimler kim olduğumuzu açıklamanın sadece küçük bir parçasıdır”. Çünkü insan davranışının önemli bir belirleyicisi de değerlerdir. Başarı yönelimi yüksek insanlar başkaları ve kendileri ile yarışır. Bazıları başarısız olduğu zaman üzülür ancak sonucu kabul eder, bazıları ise mızıkçılık yapar ve fırsat varsa hile yolunu dener. Bu noktada davranışı belirleyen kişilik değil, kişinin sahip olduğu değer sistemidir.
Sumpter kişilik konusunda bu genel bilgiyi verdikten sonra, “Surrounded by Idiots”un konusu olan renk kuramının bilimsel dayanağı var mı? sorusunun cevabına odaklanıyor. Çünkü Erikson’ın kitabının arka kapağında, “bilimsel temele dayanarak… bu kitap farklı iletişim stilleri arasındaki en büyük farkları anlamada somut bir yol gösteriyor” ifadesi yer alıyor. Peki bu “bilimsel temel” tam olarak nedir?
Erikson’ın kullandığı tek bilimsel referans Amerikan psikolog William Moulton Marston tarafından 1928’de yazılan Normal İnsanların Duyguları kitabı. Moulton, davranışlarımızın “psikonlar (psychons)” adını verdiği sinir hücrelerinin taşıdığı “psikonik (psychonic) enerji”denetkilediğini öne sürüyor. Moulton’a göre dört kişilik tipi (sarı, yeşil, mavi ve kırmızı) psychonic ağların yapısının farkı insanlardaki varyasyonları olarak ortaya çıkıyor. Bu “teori” Marston adına saf bir spekülasyon. Ne 1928’de ne de şimdi “psikonlar” ya da “psikonik enerji”nin varlığını gösteren bilimsel veri vardır. Bu kitap yayınlandığı dönemde psikoloji henüz çok yeni bir bilimdi ve Marston da, Hipokrat ve Jung gibi bilimsel temele dayanmadan bir kuram üretti. Ama Hipokrat ve Jung’un aksine, Marston’un teorisi çok az ilgi gördü ve kendisi de psikolojiyi bıraktı ve daha sonra “Wonder Woman”ı yarattığı çizgi romanıyla ün kazandı!
Ancak Marston’un yazılarını takip eden bir kişi vardı. 1956’da Walter Clark dört-renk modeline dayanarak bir kişilik testi oluşturdu. Bu test daha sonra geliştirildi ve şimdi DiSC modeli olarak anılan test ortaya çıktı. Testin amacı, iş verenlerin çalışanlarını anlamasıydı ve bu şekilde pazarlandı. DiSC testine göre dünyadaki insanlar dört ayrı kategoriye bölünür:
Kırmızı: Baskın, çözüm odaklı, azimli
Mavi: Analitik, dikkatli, titiz
Yeşil: Sabırlı, düşünceli, hassas
Sarı: Dışa dönük, üretken, sözel
İlginç olan modelin ortaya çıkmasında 50 yıldan fazla zaman geçmesine ve üstelik yaygın olarak kullanılmasına rağmen hakkında herhangi bir bilimsel çalışma olmaması. Hatta, testin İsveç’teki temsilcisi olan IPU ya da Kişisel Gelişim Enstitüsü, test hakkında hiçbir bilimsel makale yayınlamamış. Bu durumda, insanların teste tutarlı cevaplar verip vermediğini bilmek de mümkün değil. Örneğin bu durum, kırmızı tipteki insanların gerçekten baskın ya da azimli olup olmadığını bilmenin hiçbir yolu olmadığı anlamına geliyor.
Diğer taraftan Erikson’ın kendi sonuçlarını ifadesi de çelişkili. Önce “kişilerin birçok rengi vardır” iddiasınde bulunuyor, sonra kanıt olmaksızın “insanların %80’inin iki renge sahip olduğunu” iddia ediyor. Kendisi ile ilgili olarak da “Ben kırmızı, mavi ve sarı olmak üzere üç renge sahibim!” diyor. Testin belirtilen amacının kişileri sınıflandırmak olduğu düşünülünce bu gibi iddialar tuhaf olanın ötesine geçiyor. Urban Fagerholm renklerin ne anlama geldiğini ayrıntılı olarak çalışarak Erikson’ın kendi iddiasına göre hem hızlı hem yavaş tepki verdiğini; ilişkilerle en yüksek ve en düşük düzeyde ilgilendiğini ve hem dikkatli hem de dürtüsel olduğunu buldu. Ve Fagerholm’e göre; Erikson’daki yeşil eksikliği onda sabır, sakinlik, istikrar ve kibarlık gibi birçok temel özelliğin eksiğine de işaret ediyor!
Özetlemek gerekirse, dört renk modeli bilimsel temeli olmayan bir kurama dayalı, titiz çalışmalarla incelenmemiş ve çelişkili sonuçlar veriyor. Basit olarak ifade etmek gerekirse model tipik bir sözde bilim örneği.
Renk kuramı ilişkileri nasıl etkiler?
Erikson, kitabında renk teorisinin kendimizi ve başkalarını anlamak konusunda yardımcı olduğunu ve bunun sonucunda iletişimi iyileştirerek çatışmayı azalttığını defalarca dile getiriyor. Erikson’ın, şirketlerin ve organizasyonların neden onun yaklaşımını benimsemesi gerektiğine dair olan savı buna dayanıyor. Model hakkında bilimsel bir araştırma olmadığı için, doğal olarak bu argümanın doğruluğu hakkında bir bilgi de mevcut değil. Yine de bilimsel olarak konuya “eğer onun renk kuramını uygulasak ne olurdu?” diye yaklaşmak faydalı olabilir.
Bir organizasyonda sorunlar olduğunda yapılan en yaygın hata, öncelikle anlaşmazlıkta rol alan bireylere odaklanmaktır. Aslında, insanların nasıl davrandığına karar veren onların içinde bulundukları koşullar olduğu için, bir anlaşmazlıkta öncelikle organizasyonun nasıl çalıştığına bakmak gerekir. Bu nedenle sorunu çözmesi için getirilen danışmanın, kişilere bakmadan önce organizasyonun yapısına ve kurum kültürüne bakması beklenir (Olofsson & Nilsson, 2015). Kararlar nasıl alınıyor? Çalışanlar verilen kararlar hakkında nasıl bilgilendiriliyor? Sorumluluk nasıl paylaşılıyor? Hangi davranış cezalandırılıp hangisi ödüllendiriliyor ve kullanılan yollar neler? Stres, organizasyona bağlı yapısal problemlere verilen normal bir reaksiyon olmasına rağmen, genelde çözüm, ‘sorunlu’ çalışanın stresle baş etmeyi öğrenmesi için yollar öğrenmesinde aranıyor. Bu durum giderek bir kısır döngüye dönüşerek, stresli çalışanın sorunun nedeni olarak algılanmasına yol açıyor.
Erikson’ın kişilik kuramı çalışmıyorsa (ki çalışmıyor), bu tip hatalara yol açar: Kişinin belirli bir şekilde davranması, onun rengine bağlanır ve problemin asıl nedeni görmezden gelinir. Bir sorunu ele alırken, problemi çatışmanın merkezindeki kişinin “mavi” olmasına atfetmekten daha nahoş ve adaletsiz bir yol hayal etmek zordur. Hem iş ortamında hem aile içinde, kişiler arası çatışma ve sorun yaşanmasından daha doğal bir şey yoktur. Bu sorunların çözümü kişilik kuramına inanarak karar vermekten değil, kişiler arası iletişimin ve ilişkinin kalitesini geliştirmekten geçer. Belki de Erikson’ın kitabının tek olumlu yanı bazı insanların herkesin kendi gibi düşünmediklerini fark etmesidir. Psikologlar genelde erken çocuklukta gelişen perspektif değiştirebilme yeteneği olan bu özelliğe “zihin kuramı” derler. Başka bir deyişle, Erikson’ın kitabı zihinsel ve empatik düzeyde 5 yaşında olan birine yardımcı olabilir.
Ericson ve davranış bilimleri ilişkisi
Kitabın İsveç dışındaki çevirilerinde Erikson davranış bilimci olarak tanıtıldı ve o da verdiği röportajlarda, kendini “davranış uzmanı” ve “iletişim uzmanı” olarak tanıttı. Okuduğunuz yazıda Sumpter’in görüşlerini temel aldığı Dan Katz ve arkadaşları, bu araştırmaya başladıklarında, ilk hedefleri Erikson’ın akademik ve kişisel bilgilerine ulaşmak olmuş. Ericson’ın şirketi “Team Communications” ile iletişime geçilmiş ve üç e-postadan sonra, önce soruyu anlamadığını söyleyen Christina’dan “zamanı olduğunda Erikson’ın kendilerine bilgi vereceğine” yönelik e-posta alınmış ancak beklenen bilgi hiçbir zaman gelmemiş. Daha sonra da Christina’nın aslında Erikson’ın eşi olduğu anlaşılmış. İsveç’teki üniversitede okuyan herkesin kayıt olduğu sistem olan Ladok’u kullanarak Erikson’un aldığı derslere ulaşılmaya çalışılmış ancak bu kişinin adı ve doğum tarihiyle kayıtlı kimse bulunamamış ve Erikson’ın profesyonel yaşamının satış üzerine kurulu olduğu görülmüş. Bir süre Bank Nordea’da çalışmış, sonra da satış elemanlarını eğittiği kendi şirketini kurmuş ve muhtemelen sahip olduğu en iyi akademik geçmiş İsveç denkliği olan bir lise diploması olduğu anlaşılmış.
DiSC testini satan organizasyon IPU’nun sahibi Sune Gellberg’e göre ise, kişilik testini uygulamak için hiçbir niteliğe gerek yok. “Danışmanlarımızın hangi eğitimlere sahip olduğunu bilmiyorum çünkü önemli değil” demiş. “Kişilik analizini yapan ve danışmana katılımcıyla üzerinden geçebileceği raporu sunan bilgisayar programının yeterli olduğunu” söylemiş. Bu yaklaşım testin temsilcisinin bile psikoloji bilgisine ihtiyaç olmadığını ortaya koyuyor. Kişilik danışmanlarının da test metodolojisi ve kişilik kuramı hakkında bilgisi yoktu. Onlardan beklenen sadece numaraları bilgisayara girmekti ve doğal olarak sonucun ne anlama geldiği ya da bilimsel değeri ile de ilgilenmiyorlardı.
Daha çok araştırma için ekip Erikson’ın Stockholm’de Rival tiyatrosunda düzenlenen konferanslarından birine gitme kararı aldı. Onlara göre, sunum psikoloji hakkında temel düzey bilgisi olan herkes için utanç vericiydi. Ericson sunumuna Freud ve Jung’u modern psikolojinin kurucuları olarak tanıtarak başladı oysa alanda dört haftalık bir kurs alan herkes bunun yanlış olduğunu bilir. Psikoloji disiplini Freud, Jung ve çizgi roman yazarı Marston’dan beri çok gelişti. Konferansta da daha sonra yaptığı radyo programlarında da Erikson’ın davranış ve kişiliği açıklama çabalarının çok farklı olduğu görüldü.
Erikson kitap hakkında eleştirilerle karşılaştığında, bu eleştirileri yapanların okuyucusuna “aptal muamelesi” yaptığını söyledi. Dan Katz’a göre, hiçbir şey gerçekten bu kadar uzak olamaz. Ortaya çıkarttıkları sonuç, kitabın yanlış pazarlandığı ve okuyucuların Erikson’ın eğitimine ve kitabın bilimsel dayanağı olduğuna inandırıldığıdır.
Ancak öyle olmadığı halde Erikson kendini davranış bilimci olarak tanıtmaya devam ediyor. İsveç’te Filter’da yayınlanacak ilk makalelerden birinden önce Erikson, Dan Katz’ı arayarak bir psikolog ve Swedish Skeptics Society üyesi olarak onun, davranış bilimcisi olduğu iddiasını desteklemesini rica etti. İsveç’te yasal olarak herhangi resmi bir niteliğe sahip olmadan kendine davranış bilimci demek mümkün olsa da Katz bu teklifi reddetti. Yine de Erikson, Katz’ın onu desteklediğini iddia etti ve bu yalan Filter muhabirinin Katz’a telefon etmesiyle kolaylıkla ortaya çıktı. Erikson bununla kalmayarak bu iddiasına web sitesinde, “Filter’la yaptığım röportajda bir psikolog tarafından davranış bilimci olduğum onaylandı” şeklinde yer verdi.
Öngörülebilir şekilde akıldışı olmak…
Şimdi gelelim konunun can alıcı noktasına: Ericson’ın abarttığı ve gerçek olmayan nitelikleri ve kitabın dayandığı kuramın hayal mahsulü olduğu ortadayken, hala neden bu kadar insanın ona inanmaya devam ettiği sorusunun cevabına. Bunu insanların düşünme sistemi hatalarına bağlamak mümkün olabilir. Örneğin, kitabın bu kadar popüler olması “kartopu etkisi” (snowball effect) nedeniyle olabilir. İnsanların kitap hakkında konuşması ilgi doğurmuş ve satışı artırmış olabilir. Başka bir “birinci sistem düşünme hatası”, “batık maliyet yanılgısı” (sunk cost) olabilir. Kitabı alanlar para verdi, okuyarak zaman harcadı, belki başkalarına da söyledi ve hata yaptıklarını itiraf edip küçük düşmek istemediler. Bir başka düşünce hatası bulunabilirlik (availability) etkisidir. Çok sık karşılaşmak, önemli bir şeyi kaçırma kaygısı doğurur. Toplumda göz önünde bulunan ancak temel psikoloji bilgisine sahip olmayan kişilerin kanaat önderi sayılarak kitapla ilgili konuşmaları (messanger effect) yaratır. İnsanların öngörülebilir şekilde akıldışı davrandıkları ve sistemli olarak düşünce hatası içinde oldukları bilinen bir gerçektir. Unutmamak gerekir ki, birçok saygın medya kuruluşu yıldız fallarına yer verir ve yüksek eğitimli birçok insan bunları okur.
Geriye sorumluluğun kimde olduğu sorusunun cevabını bulmak kalıyor. İlk baskıyı Hoi yayınevi yapıyor. Ancak satışlar arttıkça, kitabın yayınlanmasını açık arttırmayla kazanan ve geniş bir kitleye ulaştıran, İsveç’in en büyük medya grubu Bonnier’e bağlı olan Forum oluyor. İlk yayınevinin kitaptaki olguların gerçekliğini kontrol etmemesi hoş görülse de kitabın geniş kitlelere ulaşmasını sağlayan Forum’un kitabı ve yazarın geçmişini değerlendirmeden yayınlaması kabul etmek mümkün değil. Katz aynı soruyu TV4, SVT ve Aftonbladet’e de yönlendiriyor. Özellikle Aftonbladet, Erikson’a köşe ayırmadan önce Filter onun uzmanlığı sorgulayan makalesini yayınlamıştı. “Yılın Dolandırıcısı” ünvanını alması medyada yankı uyandırsa da Aftonbladet bunu görmezden geldi. Bu noktaya kadar, Bonnier dahil, her bir yayınevinin, diğerleri kitabın geçerliğini kabul ettiği için kabul ettiğini ve bundan dolayı kitabı bilimsel saydığını tahmin edebiliriz.
Sumpter’e göre İsveç toplumu güvene dayalıdır. Toplum, kitap yazanların ne hakkında yazdığını bildiğini varsayar ve saygın kitap yayınevlerine güvenir. Gazete editörlerinin gerçekleri kontrol ettiğini düşünür ve televizyon ve radyoya inanır. Burada çağın en büyük problemlerinden biriyle karşılaşıyoruz. Herkesin fikirlerini çevrim içi platformlarda sınırsızca yayınlayabildiği bir çağda, yayınevleri, yayımcı, editörler gibi güveni temsil eden kurumlar, kendi güvenirliliği korumak için daha çok özenli olmak zorunda. Yazarlara göre eğer o güven yitirilirse, demokrasi ve açık toplum riske girer.
2019 İlkbaharında ilk makalenin yayınlandığı andan beri, Erikson’ın kitabı 35’ten fazla ülkede sattı, 2018 yılında Norveç’te bir önceki yılın tüm zamanların en çok satanı haline geldi. Forbes bu kitabı “okunmalı” listesinde ilk 10’a koydu. Kitap dünyada 2 milyon civarında satış yaptı. Ve Erikson’ın yayımcısı amazon.com’da onu hala “davranış bilimci” olarak göstermeye devam ediyor.
Sonuç
Sumpter’in Medium’daki yazısı Ocak 2020’deki durumu özetleyen son paragrafla bitiyor. Aradan geçen beş yıldan sonra Ericson’un kitapları Türkiye’de raflarda duruyor. Hiçbir bilimsel temele dayanmayan testlere bakarak iş hayatında çalışanlar hakkında kararlar veriliyor, hiçbir eğitimi olmayan kişiler, hiçbir referans vermeden beyni formatlayan yüz bin basan kitaplar yazıyor, saygın olmasını beklediğimiz yayınevleri bunları basıyor. Amerikan psikolojinin bulguları evrensel gerçekler olarak kabul ediliyor. Falcılar, astrologlar, medyumlar kanaat önderi olarak görülüyor ve yaşam koçları hayatın her alanında “hızlı çözümler” sunmaya devam ediyor.
Kaynaklar
- https://medium.com/@Soccermatics/how-swedes-were-fooled-by-one-of-the-biggest-scientific-bluffs-of-our-time-de47c82601ad
- Olofsson, R,. Nilsson, K. (2015) OBM I praktiken: förändra beteenden och nå resultat I organisationer. Natur & Kultur, Stockholm.
- Perugni, M., Costantini, G., Hughes, S., de Houwer, J. (2016). A functional perspective on personality. International Journal of Psychology, Vol. 51, №1, 33–39.
- Sjöberg, L (2010) Personlighetsdimensioners validitet i arbetslivet: teorier och empiri. Center for Risk Research and Center for Media and Economic Psychology Marketing and Strategy Department, 2010:6 Stockholm School of Economics, Stockholm.
- Sumpter, D. (2020, February 04). How Swedes were fooled by one of the biggest scientific bluffs of our time. Retrieved from https://medium.com/@Soccermatics/how-swedes-were-fooled-by-one-of-the-biggest-scientific-bluffs-of-our-time-de47c82601ad
- Wood, J. V., Perunovic, W. Q. E., & Lee, J. (2009). Positive thinking: Power for some, peril for others. Psychological Science, 20, 860866.