Koçluk, sadece teknikleri öğrenmekle bitmez; asıl mesele, onları özümseyerek kendi tarzını yaratmak ve koçlukta bir sonraki noktaya gitmektir. Bilgi, deneyim ve sezginin harmanlandığı bu yolculuk, bireysel farkındalığı aşarak toplumsal dönüşüme de kapı aralar. Bu yazı, koçluğun sınırlarının ötesine geçerek bilgelik yolunda ilerlemenin hikâyesini anlatıyor.
Koçluk mesleği ile tanıştığımda 55 yaşımdaydım. Bir arkadaşım neden bu kadar geç yaşa kadar beklediğimi sorunca ona İbrahim Tatlıses’in o ünlü cevabını verdim:
Urfa’da Oxford Üniversitesi vardı da gitmedik mi?
Gerçekten de 18 yıl önce İstanbul’da ilk defa bir akredite koçluk eğitimi başlıyordu, beni onun tanıtım toplantısına davet etmişlerdi, merak ettim ve gittim.
Gidiş o gidiş oldu ve yaşam yolculuğumda önümde çok büyük bir kapı açıldı, o kapıdan bir kere girdim ve hala yürüyorum. Tıpkı gökkuşağının altından geçmeye çalışan bir insan gibiyim. Zaman geçtikçe o kuşağın bir göz yanılsaması olduğunu, altından geçilemeyeceğini, ama asıl önemli olan şeyin yolculuğun kendisi olduğunu idrak ettim.
İnsan Kaynakları konusuna çocukluğumdan beri çok ilgi duyuyorum. İlk insana yönelik çalışmam ortaokul yıllarımda oldu, mahallenin futbol takımındaki oyuncuları bir matris üzerinde listeleyerek onların güçlü yönlerini ve geliştirilmesi gereken yönlerini sıralamıştım. Matris kavramını o zaman henüz bilmiyordum, ama sezgilerim beni böyle bir tablo yapmaya yönlendirmişti.
Yıllar sonra çalıştığım bir dış ticaret şirketinin sahibi beni yanına çağırarak şirketin İK yöneticisini işten çıkarttığını ve artık bu görevi de benim yapacağımı söyledi. Ama ‘ben bir makine mühendisiyim’ dediğimde de şöyle cevap verdi:
“Siz mühendisler İsviçre Çakısı gibisinizdir. Her şeye yararsınız.”
Patron maaşıma ek iş için zam yapmadı ama ben şirketin Personel Müdürünü, Halkla ilişkilerde çalışan ama İK eğitimi görmüş genç bir kızı yanıma alarak ilk İK bölümümü kurudum.
Bir yılda 600 mülakat yaparak şirkete 36 yeni eleman işe aldık. Aynı dönemde patron 25 kişiyi işten atınca anladım ki patron bu sayıları basketbol skorları gibi yorumluyordu. İK işini insanın değer gördüğü bir yerde yapmam gerektiğini anladım. Asıl görevim olan Kazakistan ve Özbekistan bölgelerinden sorumlu genel müdür yardımcılığında çok başarılı olduğum halde şirketten ayrıldım.
Daha sonra gazetede gördüğüm bir ‘İK yöneticisi aranıyor’ ilanına başvurdum, ilanı veren Mehmet Özcan bey meğer benim gibi bir özgeçmişi olan bir insanın neden İK Yöneticisi olmak istediğini merak ettiği için beni çağırdığını ve Türkiye’de İK müdürlüğü görevinin pek ciddiye alınmadığını, aslında personel şefi aradıklarını bana söyledi.
İlk aldığım Koçluk eğitimi CTI, Coaches Training Institute tarafından Türkiye’de İngilizce olarak veriliyordu, onu bitirdikten sonra artık ne yapmak istediğimi net olarak biliyordum ve bir daha hiç arkama bakmadım. Birçok değişik eğitime ve seminere katıldım hala da katılıyorum. O sırada çalıştığım şirket yaşı 60 olan herkesi emekliye ayırıyordu, bir cuma akşamı veda ettim. Pazartesi sabahı ilk koçluk hizmeti vereceğim müşterimle randevum vardı.
Yıllar geçtikçe ve koçluğun bilim yönünde ilerledikçe içimde başka bir arayış oluştu. Bu arayışta çok derin bir sevgi duyduğum caz müzisyenleri bana ilham verdi.
Caz okullarında öğrencilere ilgi duydukları alanda müzik yapmayı öğretirler. Ama gün gelir teknik biter ve onlara şöyle söylenir:
“Bildiklerini unut, git ve kendi sesini bul.”
Bu mesaj bana uluslararası bir koçluk konferansında geldi, dört kişilik bir gruptuk, bir koçluk oyunu oynarken üçer kişi olarak içimizden birisine koçluk yapıyorduk.
Sıra bana geldiğinde grup bana ne olmak istiyorsun diye sordu, ağzımdan o an çıkan cevaba kendim de inanamadım.
“Dalay Lama olmak istiyorum”
Herkes güldü ama ben içimde yeni bir kapının açıldığını hissettim, artık koç olmak bana yetmiyordu, işin tekniğini özümsemiştim ama bir de koçluğun sanatı denen bir kavram vardı, o da ancak tekniğin ötesine geçmekle mümkündü.
Amerikalı hocam Dr. Maria Nemeth ile konuşurken bu düşüncemi söyledim, o da bana daha sonra ilk kitabımın adı olacak şeyi söyledi:
“Koçluğun Ötesine, Bilgeliğe Doğru”
Ansiklopedilerde bilgelik maddesi şöyle ifade edilir:
Bilgelik; bilgi edinme, idrak, görgü, sağduyu ve sezgisel anlayış ile birlikte bu hususiyetleri özümseyebilme ve uygulayabilme kapasitesidir.
Aynı zamanda akıl ya da sağgörü, bilgi deneyim, anlayış ve içgörü kullanarak düşünme ve hareket etme yeteneği olarak tanımlanır.
Bilgelik, tarafsız yargılama, merhamet, deneyimsel öz-bilgi, kendini aşma ve bağlanmama gibi öz niteliklerle ve etik ve iyilik gibi erdemlerle ilişkilidir.
Bu vasıfları taşıyan kişiye bilge denir.
Bilgim oldukça çoktu ama bunları özümseyerek uygulamam gerekiyordu. Tekniğin ötesine geçmem gerektiğini anlamıştım.
İçimdeki ses bana o ana kadar edindiğim teknik koçluk bilgilerini kendi öz yaşam deneyim ve birikimlerimle bir sanat haline getirerek kendime özgün bir koçluk stili yaratmam gerektiğini söylüyordu.
Daha sonra bunu şöyle anlatacaktım.
Koçluk okullarında size iyi bir taze İtalyan Hamuru verilir. Ancak o hamuru açmak ve kendi stilinizde özgün bir pizza yapmak size düşer.
Bende malzeme zaten çok idi. Mühendislik, işletme yüksek lisans derecesi, caz müziği, klasik müzik, resim, edebiyat, tiyatro ve edebiyat birikimimi uzun yıllar boyunca edindiğim uluslararası iş yapma becerisi ile yoğurdum ve kendi pizzamı yaptım.
Artık kimseninkine benzemeyen, gördüğüm onca eğitimden ve koçluk deneyimlerinden yarattığım bir koçluk stilim var.
Sonra zamanla bu stilin de ötesine geçmek için koçluk üzerine düşünmeye devam ettim. Herkesin çok kolay bir iş sandığı koçluk mesleğinin hangi yönlerde gelişebileceğini hayal ettim.
Geldiğim noktada öncelikle Türk kültüründen kaynaklanan özgün bir koçluk modeli yaratmak var.
Kadim Anadolu kültüründe mevcut birçok güzel ve derin düşünce var. Mevlâna Hazretleri, Yunus Emre, Hacı Bektaş Veli ve daha niceleri.
Türkiye bu yönde düşünerek dünyaya çok özel bir koçluk modeli sunabilir.
Ayrıca koçluğun yıllar boyunca herkesin içine farklılaşmak gayesi ile bir şeyler katmasından dolayı özünden uzaklaştığını fark ettim. Hâlbuki koçluğun özü karşındakini düşündürerek farkındalık sağlamaktan ibarettir.
Günümüzde koçluğun tekrar özüne döndürülmesi ve sadeleştirilmesi gerekiyor.
Koçluğun günümüzde sadece bireysel farkındalık yaratması da yeterli değil. Bence onun toplumsal farkındalığa hizmet ederek içinde olduğumuz karmakarışık dünyada toplumlar arası güçlü bir iletişim ve yeni diyaloglar yaratması gerekiyor.
Her şeyin neredeyse ışık hızında değiştiği ve geliştiği bir dünyada yaşıyoruz. Siyaset ve dinler insanlığı sürekli olarak bölüyor.
Koçluk büyük çerçeveden bakılabilirse karanlıkta kalmış bir dünyada insanlık için ışık ve umut da olabilir.
Tüm mesleklerdeki insanların böyle bir dünyada sürekli olarak mesleklerindeki gelişmeler kadar mesleklerinin dışındaki sosyal, ekonomik ve siyasi olaylarla da ilgilenmesi gerekiyor. Teknolojideki korkutucu değişimler, insani değerlerin sürekli olarak kaybolması, doğanın alarm verdiği bir dünyada bana göre bir koçun görevi sadece “bugün ne üzerine konuşalım” demek olmamalı.
İnsanlığın çok ihtiyacı olan bir üst bilinç var.
Birbirimize karşılıklı olarak bağlı olduğumuzu fark etmek ve dünyanın meselelerine tüm insanları kapsayıcı çözümler getirmek zorundayız. Eğer bunu başaramazsak sadece yeni sorunlar üreteceğimizi idrak etmek zorundayız.
Geldiğim noktada ben artık koçluğun ötesine geçtim. Bilgelik yolunda düşünen ve düşünceler üreten bir kişi olmaya çalışıyorum. Tüm bilgimle ve deneyimimle insanlık için bir üst bilinç ve farkındalık yaratmak için çabalıyorum. Tek başıma olmadığımı da biliyorum, bu yolda çabalayan dünyanın dört bir yerinde insanlar olduğunu biliyorum.
Bedenimi ve ruhumu bu amaç için ortaya koydum.
Bundan sonra beni koç diye çağırıp çağırmamalarının da bir önemi yok.
Ve yolculuk devam ediyor, bir sonraki durakta durup hangi kaynaktan su içeceğimi bilmeden gidiyorum.
Tıpkı Aşık Veysel ustamızın dediği gibi.
Uzun ince bir yoldayım
Gidiyorum gündüz gece
Bilmiyorum ne haldeyim
Gidiyorum gündüz gece