Değerli Dostumuz,
Duygusal zeka kavramı son on yılın ürünü. 1988’de Reuven Bar-On tarafından kullanılan EQ kavramı, 1990’da Mayer ve Salovey tarafından duygusal zeka olarak nitelendi. 1995’te yayınlanan Daniel Goleman’ın aynı adlı kitabı sayesinde ise yaygınlık kazandı. Time dergisinin duygusal zekayı kapak konusu yapması tüm dünyada heyecan uyandırdı. Sanki insanlar bu kavramı uzun zamandır bekliyor gibiydiler.
Evrim kuramı açısından bakıldığında, duyguların kaynağı temel ihtiyaçlardır. Daha sonra algıların duyguları oluşturduğu ve bizi harekete geçirdiği, ardından da değerlere bağlı duyguların hayata egemen olduğu savunuldu. Bunu izleyen “Amaca ulaşma kanalımız, davranışlarımız olduğuna göre, davranışlarımıza yön veren nedir?” sorusu, bizi duygu ve düşünce kaynaklarını araştırmaya yöneltti ve birinin diğerine üstünlüğü veya zayıflığı üzerinde tartışmalar başladı.
Günümüzde, psiko-fizyoloji ve MR araştırmaları çeşitli durumlarda duygu ve düşünceyi oluşturan beynin anatomik yapılarındaki değişiklikler üzerinde yoğunlaşıyor. Elimizdeki bulgular herhangi birine (düşünce/duygu) öncelik vermiyor. Damasio ve arkadaşları tarafından yapılan çalışmalar, beyindeki bilişsel faaliyetlerle duygusal faaliyetlerin bütünleştiğini gösteriyor. Örneğin karar verme durumunda, beyinde düşünceden sorumlu alanlar kadar duygudan sorumlu alanların da faaliyete geçtiğini biliyoruz.
İş yaşamında da, performansı belirleyen yetkinlikleri ve psikolojik özellikleri sıralarken; kişisel kontrol, kendine güven, yeterlilik duygusu, zorluklarla başaçıkma becerisi, olumlu bakış açısı, dayanıklılık tanımları yapıyoruz. Bunların temelindeki vasıfların ise tek başına bir duygu ya da bir düşünceyi yansıtmadığını görüyoruz. Artık kabul gören yetkinlikler, hem duygu hem de düşünceden gücünü alan davranışları kapsamaktadır. O halde, duygusal zekanın düzeyi hayatın belirleyicisi oluyor. İstenilen sonuca odaklanmak, düşünsel zekanız kadar duygusal zekanızın da kapasitesine bağlıdır.
Duygusal zeka bir anlamda da, toplumsal alanda duygu ile düşünceyi barıştırmaya yönelik bir hareketin sonucudur. Goleman’ın “EQ en az IQ kadar, hatta ondan daha güçlüdür ve öğrenilebilir” saptaması da duygusal zekaya eşitlikçi bir nitelik kazandırıyor. Duygusal zeka, herkesin öğrenebileceği, daha derinlikli ve ilişkisel bir zekayı çağrıştırmaktadır. Duygusal zekası yüksek bir toplum, akılla duyguyu birleştirebilen bir toplumdur. Duygusal zeka konusunda bilimsel çalışmalar hızla sürerken, her bireyin zeki olabileceği bir toplum umudunu uyandırmaktadır.
Saygılarımızla,
Prof. Dr. Zuhal BALTAŞ