İş Arama İşimden İzlenimler

İngiltere’deki üniversite eğitimimden sonra bir yıl çalıştım ardından, 2007–2008 senesinde yüksek lisansımı yaptım. Yazın tezimi tamamlayıp teslim ettikten sonra bir süre İngiltere de çalışmak için iş başvurularıma başladım. Başlarken bunun başlı başına bir iş olduğu konusunda bir fikrim vardı ama asıl boyutlarını bu işe girildikten bir süre sonra tam anlamıyla anladım. Zira çok geçmeden global kriz patlak verdi. Hatta ironik bir şekilde Lehman Brothers’a başvurmak üzere hazırlanmaya başladıktan 2 gün sonra 17 Eylül 2008’de bu dünya finans devi tüm dünyayı sarsan iflasını kamuya beyan etti. Dünya ekonomik balonunun patlayışındaki kilometre taşlarından belki de en önemlisi, önüme farklı bir dünyanın çıkmasına yol açtı. İş bulmak, hele çöküşün en çok hissedildiği ve her gün işten çıkartılanlarla ilgili istatistiklerin verildiği İngiltere’de, en zor iş haline gelmişti.

İngiltere’deki üniversite eğitimimden sonra bir yıl çalıştım ardından, 2007–2008 senesinde yüksek lisansımı yaptım. Yazın tezimi tamamlayıp teslim ettikten sonra bir süre İngiltere de çalışmak için iş başvurularıma başladım. Başlarken bunun başlı başına bir iş olduğu konusunda bir fikrim vardı ama asıl boyutlarını bu işe girildikten bir süre sonra tam anlamıyla anladım. Zira çok geçmeden global kriz patlak verdi. Hatta ironik bir şekilde Lehman Brothers’a başvurmak üzere hazırlanmaya başladıktan 2 gün sonra 17 Eylül 2008’de bu dünya finans devi tüm dünyayı sarsan iflasını kamuya beyan etti. Dünya ekonomik balonunun patlayışındaki kilometre taşlarından belki de en önemlisi; önüme farklı bir dünyanın çıkmasına yol açtı. İş bulmak, hele çöküşün en çok hissedildiği ve her gün işten çıkartılanlarla ilgili istatistiklerin verildiği İngiltere’de, en zor iş haline gelmişti.

Öncelikle İngiltere’de çok uluslu şirketlerin işe başvuru anlatmak isterim. Tahmin edilebileceği gibi, şirketler arasında ufak farklılıklar olsa da, bir şirkete aday olduğunuz pozisyonun hakkını vererek başvuru hazırlıkları yapmak yaklaşık bir haftalık vakit alıyor. Ancak bir süre sonra bu konuda hız kazanmak ve süreyi biraz kısaltmak mümkün olabiliyor. 

İş ve şirket bilgileri: 

Atılacak ilk adım, o şirketin web sitesinde hangi pozisyonlara ne nitelikteki kişileri aradıklarını incelemekle başlıyor. Sonra “online” olarak yarattığınız hesabınızdan orada size yönetilen soruları cevaplamanız gerekiyor. Bu soruların elbette tek bir “doğru” cevabı yok. Ancak bazılarının bir ölçüde, gerçekten “doğru” veya “okuyanda etki bırakabileceğini” umut ettiğiniz cevabı olabiliyor. Bu başvurularda sürecin en kolay gibi gözüken yanı bu sorulardır. Bu noktada düşülen yanılgı, sorulara, çok yerinde ve akıllıca cevap verdiğiniz kuruntusuna kapılmaktır. Yaşadığınız olumlu duygu ve yüksek beklentiler, uzunca bir süre size geri dönüş yapılmaması üzerine gerçeklere yaklaşır. Uzun süren bir sessizlik sizde, “acaba e mail hesabımda mı bir sorun var?” diye düşünmenize neden olur. Ancak en sonunda okumak istemediğiniz o e-posta gelir. Çok korktuklarını, “I am afraid” beyan eden klasik İngiliz cümlesi ile başlar bu aşamayı geçemediğinizi anlatan metin. 

Bu basamakta iş arayanın bir ölçüde işinin kolaylaştığı bir noktaya gelinir, artık bazı sorulara hazırlanmış kuvvetli cevaplar kurgulamış olur. Benzeri bir soru başka bir başvuruda karşısına çıktığında daha önce verdiğiniz cevabı sorunun içeriğine göre biraz değiştirerek kullanabilirsiniz.

Psikometrik testler yumağı

Bu ilk basamaktan başarı ile sıyrılırsanız karşınıza çıkan ikici evre psikometrik testlerdir. Bunlar genellikle matematik, mantık ya da dil hakimiyeti olmak üzere iki konu üzerine kurgulanmış olur. Belirli bir ön çalışma ve özümsenmiş bir taktik anlayış içerisinde olmadan, bu testleri başarı ile geçmeyi umut etmek gerçekçi değildir. Bu testler, insan beyninin iş için gerekli kognitif bölgelerinin ne şekilde çalıştığını görmenin yanı sıra, baskı altında zamanlama ve planlama becerisini de ölçecek şekilde düzenlenmiştir. Bazı tuzak sorular, ortalama olarak bir soruya harcanması gereken vaktin en iyimser 2–3 katı zamanı almak üzere ve de kısmen de katılımcının dengesini, o ana kadar yakaladığı ritmi bozup, motivasyonunu düşürerek stres yaratmak amaçlayarak teste yerleştirilmiştir. Ben bu konuda deneyim kazandıktan bir süre sonra bu tip bir soru ile karşılaştığımda, tereddütsüz olarak onu atlamak ve moralimi bozmadan devam etmek üzerine bir strateji geliştirdim. Ancak bu noktada şöyle bir sorunla da karşılaşmak mümkündü; bazen soruları tam olarak doğru yorumlayıp geçtikten sonra, daha zorlayıcı bir soru ile karşılaşınca hata yaptığını anlayıp, az önce pas geçtiğinize dönememek gibi. Bu da adayın hesaplanmış risk alıp almadığını bir nebze de olsa ölçen bir faktördü.

Bu testlerin tamamlanmasının ardından sonucu (İngiliz adet ve adabı çerçevesindeki resmiyet anlayışı ile) e-mail kanalı üzerinden öğreniyorsunuz. Tüm umutlar resmi yazıda “korku duyguları”nın dile gelmediği bir ifadeyle ile karşılaşmak. 

Mülakat ve değerlendirme merkezi çalışmaları 

Testler bölümü de başarı ile geçildikten sonra değerlendirme merkezine (assessment centre) ve mülakata davet edilmiş olma mutluluğu ruhunuzu sarıyor. Değerlendirme merkezi çalışmasında, genellikle yarım günü aşkın bir sürede mercek altına alındığınız 3 bölüm var.

Birincisi teke-tek mülakat, diğeri grup çalışması ve sonuncusu ise test tekrarı. Bu son aşamada, daha önce online olarak yapılan testlerin gözlem altında tekrar kağıt kalem ile yapmanız beklenir. Böylece şansın veya başkalarının yardımı ihtimali ortadan kaldırılır.

Benim PricewaterhouseCoopers (PwC) ile olan deneyimimde ben bu aşamaya geldiğimde artık zaman çok hızlı ilerlemeye başlamıştı. İngiliz vatandaşı olmadığım için benimle ilgili “background kontrolü” daha uzun süreceği gerekçesi ile bu basamaklar arasındaki süreler son derece kısa tutulmuştu. Değerlendirme merkezi sürecine yoğun bir şekilde hazırlanırken, başarılı olmak için yapmam gerekenin farkında olmak, sahip olduğumu ve bu şirkette başarılı olmam için gereken beceri ve kalitelere sahip olduğumu belirgin olarak ortaya koymam gerektiğini biliyordum. Başarılı olmamı etkin kılacak bu faktörleri öne çıkaracak konular üzerine odaklanmıştım. Mülakatta sorulabilecek çeşitli sorulara hazırlanıyor ve doğru alanları içine aldığına inandığım cevaplar oluşturuyordum. Bunun dışında piyasalar hakkında her türlü bilgiyi araştırıp öğrenmeye çalıştığımı ve benzeri şekilde PwC evreni konusunda da bilgi topluyordum. Değerlendirme merkezine davet aldığımdan andan, randevuya kadar, bütün vaktimi TV’de bir yandan Bloomberg ve CCN, bir yandan da internette geçirdim. Bu çok yoğun, çok yorucu ve çok gergin bir süreçti.

Değerlendirme merkezine gitmeden 2–3 gün önce benzeri deneyimlerden geçmiş bir arkadaşım, sabah aynaya bak ve “Yes I can and yes I will!” de, demişti. Ben de aynen öyle yaptım. Hem de sıkça. Görüşme sabahı evden çıkarken ne kadar azimli ve odaklanmış olduğumu çok iyi hatırlıyorum. Apartmanın asansöründen aşağı inerken Osmanlı çocuğu olarak atalarımın yaptıklarını, hayatımda daha önce yapılması güç olan ancak üstesinden geldiğim şeyleri de zihnimden geçirdim. Ve gerçekten çok yüksek bir motivasyonla yola koyuldum.

Yaz tatillerimde Baltaş-Eksen Grubu ile yaşadığım deneyim, değerlendirme merkezlerinin kullandığı ölçütler konusunda önemli bilgilere sahip olmamı mümkün kılmıştı. İşe alımlarda, işe alan ve katılımcıları değerlendirenlerle hatırı sayılır miktarda geçirdiğim deneyim sayesinde, nelere dikkat edildiğini, nelerin artı, nelerin eksi puan olarak katılımcının hanesine yazıldığını, içinde bulunduğu grup ile (ister-istemez) kıyaslandığını, bu nedenle grup içinde dikkat çeken bir birey olmanın öneminin farkındaydım. 

Gün resmen başlamadan önce lobi alanında diğer katılımcılarla beklerken, benim için mücadele psikolojik olarak başlamıştı bile. Katılımcıların kibarlıkları bir yana, biraz da gevşeyip, kendini grup içinde rahat hissetmek için “Selam, adın ne, nereden geldin, ne mezunusun” vb. muhabbet girişimlerine tek kelimelik, mesafeli cevaplarla yaklaştım. (Günün devamında da bunun işe yaradığını düşünüyorum). 

Günün moderatorü, herkesi bir odaya yönlendirip, gelen herkesi birbiriyle tanıştırdı. Bu süreçte verdiği talimatlar; isim, mezun olunan okul / bölüm ve kendini tanımlayan ilginç bir yön (gerçek bir yaşantı) belirtilmesi yönündeydi. Odaya girerken bile aklımda stratejik bir noktaya oturmam gerektiği gerçeği vardı. Bunu hanımları önden alıp kibarlıkla ve usulca gerçekleştirmiştim. Masanın tam ortasındaydım, böylece söz nereden başlarsa başlaşın, ben tanımları ve tepkileri izleme imkânına sahip olacaktım. Böylece riski 50-50 dağıtmış oluyor ve zihnimde gerekli hazırlığı yapmam için vaktim kalıyordu. Söze ilk başlayan katılımcı su kayağını çok sevdiğini dile getirmiş, ikinci kişi ise teniste çok iyi olduğundan bahsetmişti. Bir an ben de kendimi benzeri bir cevap vermeye hazırlarken buldum ve hemen bu noktada durumda bir terslik olduğunu sezinledim ve bunun yerine daha farklı bir şey yapmam gerektiğini hissettim. Söz sırası bana geldiğinde bazı arkadaşlarımın bana “glue kid” (tutkal çocuk) dediğini çünkü geçmişimde birçok farklı kültürden insanlarla İletişim kurduğumu; farklı arkadaşlık gruplarını birbirine yakınlaştıran ve birlikte eğlenceli, güzel vakit geçirmelerini sağladığım için bana böyle hitap ettiklerini dile getirdim. “Glue kid” kavramını başka bir bağlam içinde bir önceki gece internette okuduğum bir makalede karşıma çıkmış ve on beş yaşlarımdayken bana böyle söylendiğini hatırlamıştım ve kendi kendime gülmüştüm. İtiraf etmeliyim ki beynimdeki nöron faaliyetlerinin formda olduğu bir andı. Benim bu dediklerimin moderator tarafından not edildiğini görmek, daha önceki adayların bahsettiklerini not etmemiş olduğu göz önüne alındığında, moralimi ve kendime güvenimi iyice arttırmıştı.

Bire bir mülakatlardan sonra testleri tekrardan yaptık. Bu seferki fark bilgisayar üzerinden olmayıp eski usul kağıt kalemdi. Nitekim ben böylesinin daha rahat olduğuna inanıyorum. Bu durumda bütün sorulara hızlıca göz atarak hangilerinde ne kadar vakit harcanması gerektiğinin planını zihinde hızlıca yapma imkânı oluyor. Bu uygulama bana “online” uygulamaya kıyasla daha kolay ve daha az gerginlik yaratıcı olduğunu düşünmüştüm. Bu süreç tamamlandıktan sonra, bizler bir önceki dönem PwC’da işe kabul edilen çalışanlarla öğle yemeğine çıkartıldık ve orada da “sosyal” özelliklerimiz “örtük” (undercover) bir şekilde değerlendirildi.

Yemek sonrasında günün son değerlendirmesi olan grup aktivitesi, mülakatı kısmına gelmiştik. Burada okumamız için 2 metin verildi. Bunlardan birincisi herkeste aynı olan ve genel hatlarıyla ele alınan senaryoyu anlatan metindi. Diğeri ise her bir bireye kendine has bir bilgi içeren ve diğer kişilerin de bilmesi gereken ve göz önünde bulundurması gereken bilgiler içeriyordu. Bunları okumamız için bize verilen zaman dolduğunda “Tamam şimdi grup halinde çalışmaya başlayabilirsiniz” talimatı gelmişti. İşte tam bu noktada benim için tiyatro başlamıştı. Türkiye’deki değerlendirme merkezi tecrübelerimde “tribünlere oynamak” gibi bir jargon öğrenmiştim. İşte bu benim önümdeki 15 dakika içinde yaptıklarımı tanımlamak etmek için kullanılabilecek bir ifadeydi.

Her şeye atılmayan ancak kendini ortaya koyan bir tablo çizmem gerektiğini biliyordum. Ayrıca söze ilk başlayan olmanın getirebileceği avantajı da elde etmek istiyordum. İlk sözü alarak, son derece kısıtlı bir zamanımız olduğunu, bunun için vaktimizi etkin kullanmak adına senaryonun hepimizde aynı olan bölümünü atlayıp, herkesin sırayla kendi metninde yatan kilit noktaları paylaşmayı bir öneri olarak sundum. Diğer bireylerden gelecek alternatif yaklaşımlara açıktım ve bunu net bir şekilde ortaya koymaya çalıştım. Konular ilerledikçe benim bu tutumumu sürdürdüm.

Nerede gaza basacağımı, nerede gazdan ayağımı çekip diğerlerine kendi düşüncelerini aktarmaları için meydan bırakacağımı ayarlamaya büyük özen gösteriyordum. Sürecin sonuna gelindiğinde ezici bir dominans yaratmadığımın ama genel olarak grubu yönetip yön verenin kendim olduğumun farkındaydım. Zamanın akışını takip etmiş ve ona göre gruba ritmimizi ayarlamamız gerektiğini ifade etmiştim. Kendi fikirlerimi dikte etmemiş sadece öneri olarak ortaya atmış diğerlerinden her zaman nazik bir üslupla alternatif önermelerini rica etmiştim. Diğer bireylerden gelen fikirleri destekledim ve fikirlerin içindeki olumlu noktaları dile getirdim, fikrin içindeki olumsuzlukları dile getirmeyi başkalarına bırakmıştım. O görevi başarı ile yerine getiren “harakiriciler”in varlığı içimi rahat tutmamı sağlıyordu. Sonuç itibariyle tribünlere oynarken göstermeye çalıştığım üç ana özellik; liderlik, ekip çalışmasına yatkınlık, açıklayıcı ve yapıcı iletişimdi. 

Değerlendirme merkezinden çıktıktan birkaç saat sonra telefonum çaldı ve başarılı olduğum haberini aldım. Zaten bütün iş başvuru sürecinden edindiğim tecrübeler; iyi haberin kısa, kötü haberin uzun zamanda geldiğini öğretmişti. Şirketler iyi haberi olabildiğince kısa sürede adaya iletmeye çalışıyorlardı. Bunun nedeni adayın “pazarda” başıboş bir şekilde diğer şirketlere başvurup seçeneklerini arttırmalarının önüne geçmekti. Bir aday kendileri için yeterince iyiyse vakit kaybetmenin ve o adayı elden kaçırmanın bir anlamı yoktu. Bu nedenle iyi haber hızlı geliyordu. Kötü haberin ise hiç bir acelesi yoktu, çünkü adı üzerinde; “kötü”. Adayda şirkete karşı olumsuz duygular ve düşünceler oluşturacağı için bu haberin geç (zihinsel ve duygusal olarak zaten aday zaman aşımından ötürü umudunu kesmeye başlamış olduğu ve belki de bir başka yerde kendine bir iş olanağı bulduğu için) iletilmesi bazen mantık sınırlarının ötesinde süreleri bulabiliyordu. Bir arkadaşıma “olumsuz haber” yaptığı bir başvurudan yaklaşık 7 ay sonra gelmişti. Bu arada arkadaşım o başvurusunu çoktan unutmuştu bile. Diyeceksiniz ki ne İK lar varmış!

Son viraja gelmiştim artık. “Partner interview”. Tek sorun, yine bu mülakata hazırlanmak için 1.5 günüm vardı. İnternette yaptığım araştırmalarda, bir kaç kişi, bunun aslında formalite olduğu ve genelde son derece rahat bir görüşme olduğunu yazdığını okumuştum. Fakat ben yine de, bu görüşmeye ciddiyetle ve olabildiğince sıkı bir şekilde hazırlandım. O gün geldiğinde ve partner in karşısına geçtiğimde bana, “Anlat. Kendini anlat” dedi. “Nereden başlayayım, zaman olarak ne kadar geriye gideyim?” diye sorduğumda, “Nereden istersen” dedi. Ve o gün, “partnerin karşında terlemedim” desem doğru olmaz. Ancak sona doğru, gerçekten aslanın ağzından lokmayı aldığımı hissettim. Şirkette belli bir dönem geçirdikten sonra, bir araya geldiğimiz sosyal bir ortamda, bu son basamak olan partner görüşmesinde, “davet edilenlerin yüzde kaçının elekten geçtiğini” sormuştum. Aldığım cevabı iyi ki daha önce bilmiyormuşum. Bu oran, her iki kişiden birini bu aşamada elendiği yönündeydi. Teklifi kabul etmeyen bir aday olmamış. Zaten tersi olsa pek şaşırtıcı olurdu.

İşte bu benim “iş arama işimin” hikayesi. Böyle bir süreci yaşadıktan sonra, herhangi bir memnuniyetsizliği bahane edip, yeni bir iş aramayı kim göze alabilir, doğrusu bilemiyorum. Şimdilik böyle bir süreci yeni baştan yaşamak rüyası bile, benim için geceyi “kabus”la geçirmek anlamına gelir.

Diğer Makaleler

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *

Son Makaleler

En Çok Yorumlanan

Öne Çıkan Videolar

Hayatın Hakkını Vermek

Hayatın Hakkını Vermek | Prof. Dr. Acar Baltaş | TEDxIzmir

Mesleğimi nasıl seçmeliyim?

Kurumların yönetim felsefesini hayata taşıyan insan ve değişim projeleri üzerine çalışan Prof. Dr. Zuhal Baltaş, mesleğinizi nasıl seçmelisiniz konusu üzerine bilgi veriyor.

Hayalini Yorganına Göre Uzat

Prof. Dr. Acar Baltaş, TEDxAnkara'da yaptığı konuşmada istek ve başarı arasındaki ilişki ile "yatkın olduğumuz şeyleri hayal etmenin" önemini anlatıyor.

Öne Çıkan Kitaplar

Personova Kişilik Envanteri Testi