Müzakere stratejik bir süreçtir. Müzakere sonrasında hedeflerimize ulaşmak için öncesinde öngördüğümüz ve göremediğimiz her şey için çok iyi hazırlık yapmalıyız. Sonrasında hazırlık yerini iletişim yöntemine bırakır ve son olarak ta anlaşma süreci devreye girer. Bu makalede ise bu süreçlere yakından bakıp aynı zamanda pazarlık ve çözüm odaklı müzakere örneklerine de ulaşabilirsiniz.
Müzakere, pazarlık ile eş anlamlı değildir. En net ve kısa şekilde; en az 2 tarafın, stratejik düşünceyle ihtiyaçlarını karşılamak üzere, iletiştiği, birbirine bağımlı bir farklılık yönetimi olarak tanımlanabilir. Bu tanımlamanın içinde yer alan bazı noktalara da açıklık getirmek gerekir.
Her şeyden önce müzakereye, stratejik düşünceyle hazırlık yapılır ve yine stratejik yaklaşımla süreç yönetilir. Strateji kelimesi, bildiğiniz üzere, askeri bir kavramdır ve rakibi de dikkate almayı gerektirir. Sun Tzu, Savaş Sanatı kitabında şöyle der:
“Rakibini ve kendini bilirsen, yüz savaş da olsa, sonucundan korkma!
Kendini bilir, rakibini bilmezsen, kazanmana karşın, kayıpla da karşılaşırsın.
Ne kendini, ne de rakibini bilirsen, daima kaybedersin.”
Müzakerede hazırlık
Eğer bir müzakere sürecine giriyorsak ve bir pazarlık yapmayacaksak, müzakere masasına oturmadan önce dersimize çok iyi çalışmalıyız. Bu çalışma ne tür ana başlıkları kapsar? Örneğin müzakere ortağıma ne kadar güvenebilirim, ona karşı ne ölçüde dürüst olayım, kendi alternatiflerim ve tüm seçeneklerim ve onun alternatifleri ve tüm seçenekleri neler olabilir? Masada oturanlar dışında, masada oturmayanların müzakereye etkileri neler? Birbirimize bağımlılığımız ne ölçüde? Hangi konularda ödün verebilirim, hangi konular olmazsa olmazdır? Ne tür bir iletişim süreci olacak? Duygusal anlamda sürece etki edebilecek herhangi gücüm veya zaafım var mı? Kültürel farklılıklar var mı, varsa nelerden kaçınırsam avantajlı olurum? En kolay gibi görünen konudan mı, en zor olandan mı başlayalım? En uygun müzakere alanı neresidir? Müzakere için nasıl bir çerçeve oluşturalım?
Hazırlık aşaması ne denli profesyonel ise, o denli başarılı oluruz. Başarı kıstasımız ise, müzakere sonucunda hedeflediğimize ulaşmaktır. Hedefimize ulaşmak ile kazanmanın iki farklı şey olduğunu burada ifade etmek gerekir. Stratejik yaklaşım hem kendimizin, hem de müzakere ortağımızın nerede, hangi başlıkta, ne zaman, neden ve nasıl ilerleyeceğimizi önceden belirleme yetkinliği ise, bu kurulum ödün verme, kaçınma, kazan-kazan veya kazanma eğilimlerinin hepsini en uygun şekilde kullanabildiğimiz anlamına gelir. Bunun sonucunda, kazanmayız; hedefimize ulaşarak, başarılı oluruz.

Müzakerede iletişim
İyi bir hazırlık aşaması sonrasına geldiğimizde yapmamız gereken şey, tamamen iletişim ve ilişki yönetimidir. Eğer iletişimde başarılı olmak istiyorsak, her iletişim sürecinin duygu ve içerik olarak iki farklı boyutu olduğunu bilmemiz ve bunu dikkate almamız gerekir. Her duygu bir ihtiyacı gölgeler; örneğin çok kızgın veya kaygılı olan birinin en önemli ihtiyacı, paylaşım veya güven olabilir. Bu durumda şeffaflık, müzakerede önem kazanır. Duyguyu yönetmek, duygunun altında gizlenmiş ihtiyacı ortaya çıkarabilmek, iyi bir müzakerecinin en temel görevidir. Bu ise, dinlemek ve soru sormakla elde edebileceğimiz bir sonuçtur.

Türkiye’de “ikna etmek” üzerine çokça eğitim verilir ve hemen her satışçı için “ikna” bilinmesi gereken bir beceridir. Oysa, iknada da, münazaralarda olduğu gibi, bir zorlama söz konusudur. İkna etmeye çalışan kişi, çoğunlukla hedefine ulaşmak için elinden gelen gücü kullanarak, karşı tarafa evet dedirtmeye çalışır. İyi bir müzakereci ise, dinler ve soru sorar. Böylece, ikna etmesine gerek kalmadan, karşılıklı ihtiyaçların karşılanmasıyla, müthiş bir etki yaratır ve uzun süreli ilişkiler inşa edilir.
Müzakerenin zamanı ve biçimi
Elbette aklımıza şu soru gelebilir. Müzakere, pazarlığa kıyasla, stratejik düşünceyle yürütülüyorsa, ne zaman pazarlık yapılır, ne zaman ve ne tür müzakere yürütülür?

Pazarlıkta, tarafların karlarını; maddi veya manevi, maksimize etmeye çalıştığı bir durum söz konusudur. Bu sebeple de, karşılıklı kazançtan çok, tarafların bireysel kazançları ön plandadır. Pazarlık bu açıdan, öncesi olmayan, sonrasında da, ilişkinin devamı düşünülmeyen bir durumda, tercih edilebilir.
Herhangi ilişki veya durum, başlangıcına göre düşünülmemiş veya ilişki yürümeye başladığında değişen koşullar sebebiyle; örneğin çıkar veya ihtiyaç farklılığından doğan uyuşmazlık yaşıyorsa, bu durumda çözüm odaklı müzakere yapılır. Bu şu demektir; taraflar sorunu belirlerler ve hedef; maddi veya manevi, o sorunun çözülmesidir. Sorunun çözülmesi her zaman ilişkinin benzer tanımla devam edeceği anlamına da gelmez; bazen ihtiyaç veya çıkarlar o denli farklılaşmıştır ki, ilişkinin yepyeni bir tanımla ilerlemesi veya sonlanması gerekebilir. Burada en önemli konu, sorunları kişilerden ayırabilme ve soruna ilişkin doğru çerçeve kurabilme becerileridir. Türkiye’deki kültür, insanımızın duygusal yapısı sebebiyle, sorunları kişiselleştirmeye daha meyillidir ve herhangi çerçeve çizilse bile, konuların dağılması ve çözümsüzlüğe gidilmesi son derece olağan bir durumdur. Bu sebeple, çözüm odaklı müzakereye başlarken, karşılıklı temel kuralların konuşulması, en az hazırlık süreci kadar önem taşır.
Örneğin bir binayı komple kiraladık ve şirketimizi oraya taşıdık. Her şey son derece iyi giderken, artan müşteri ve buna bağlı değişen koşullar sebebiyle, bina asansörlerinin çok yavaş olduğuna dair müşteri ve çalışan şikayetleri almaya başladık. Bina sahibi ile pazarlık etmek yerine çözüm odaklı müzakere yapmayı seçersek, müzakere öncesi şekildeki gibi bir yaklaşımımız olabilir.

Son olarak, yepyeni bir ilişki başlıyor ve bu ilişkinin de uzun süreli olması hedefleniyorsa, o zaman ilkeli müzakere ile karşılıklı kazancın hedeflendiği bir iletişim ve ilişki inşası düşünülebilir. İlkeli müzakere dört temele dayanır:
- Kişileri sorunlardan ayırmak
- Objektif ölçütler (herkesçe kabul edilebilecek) ortaya koymak
- Kazan-kazan hedefi koymak
- Pozisyon yerine ihtiyaçlara yönelmek
Kişileri sorunlardan ayırma konusuna yukarıda değinmiştim. Objektif ölçütlere örnek olarak, bir marka değeri konusunda objektif; yani herkesin kabul edebileceği bir marka uzmanı görüşü almak verilebilir. Herhangi bir müzakere sonucunun kazan-kazan olması için ise, üç ölçütten biriyle sonuçlanması gerekir:
- Tarafların sonucu eşit veya adil hissetmesi,
- O güne kadar denenmiş yollardan daha farklı bir yol denenmesi,
- Her iki müzakere ortağının da katkı koyarak değer artışı sağlaması, ki buna “pastayı büyütmek” denir.
Pozisyon ile ihtiyaç farkına bir örnek olarak şu verilebilir: Bir boşanma müzakeresinde tarafların her ikisinin de evi istemesi, o eve karşı pozisyon almaları; yani pazarlık etmeleri ve bunu da haklılık esasına göre iknayla yürütmeleri demektir. Oysa o eve sahip olmakla ne fayda elde edecekleri veya hangi ihtiyaçlarını karşılayacakları, bambaşka bir algı atlamasına sebep olur ve çözüm seçeneklerinin çoğalmasını sağlar.

Müzakerede anlaşma
Müzakere sonundaki anlaşmaya gelince, bizlerin genel olarak “iyi niyet” sözüne sığınma meylimiz vardır ve gelecekteki olası sorunları detaylıca düşünmeyiz. Oysa iyi bir anlaşma, anlaşmayı hedef almaz; gelecekte hangi konularda uyuşmazlık veya sorun çıkabileceğini öngörebilmeyi ve o öngörüler gerçekleştiğinde de, neler yapılabileceğini kapsar. Bu ise, gerçeklik testi dediğimiz yaklaşımla ortaya konabilir. Evet, her konuda anlaştık, müzakere hedefimize de, ulaştık, lakin bir düşünelim, acaba bu anlaşma başladıktan sonra, ne tür sorunlar ortaya çıkabilir? Dediğimiz şeylerin yapılabilmesinin önünde; bizden kaynaklanan veya bizim dışımızda ne tür engeller oluşabilir? Bunları aşma konusunda elimizdeki kaynaklar veya alternatif planlar nelerdir?
Sonuç
Son söz olarak denilebilir ki; müzakere, hazırlığından anlaşma sürecine kadar, profesyonelce yürütülmesi gereken, stratejik bir süreçtir; başarısı kazanmayla değil, başlangıç hedefine ulaşmakla ölçülür ve en iyi anlaşma, önceden olası uyuşmazlıkları öngörebilme yetkinliğiyle doğru orantılıdır.
Yorum Bırakın
E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmiştir