Bağlanmak Dengenizi Bozar mı?

Bağlanma tarzımız çocuklukta ebeveynlerimizle olan ilişkimizin özelliklerine göre oluşur. Farklı bağlama tarzlarına sahip yetişkinler ilişkileri farklı deneyimlerler. Güvenli gruptakiler ilişkilerini “arkadaşça, mutlu, güven veren” olarak tanımlarken, kayıtsız gruptakiler için “yakınlaşma korkusu”, kaygılı/kararsızlar içinse “kıskançlık, duygu iniş-çıkışları ve karşılık görme ihtiyacı” olarak ortaya çıkıyordu. Hazan ve Shaver, bağlanma tarzımızın sadece özel yaşamımızı değil, işe yönelimimizi de etkilediğini buldu. Bağlanma tarzının iş hayatındaki etkilerini inceliyoruz.

Hayatın akışı içinde farklı rollerle var oluyoruz. Kendimiz ve başkaları adına sorumluluk üstleniyor, kurduğumuz sosyal ilişki ağı içinde tüm tarafları mutlu edecek seçimler yapmaya gayret ediyoruz. Çünkü benlik algımızı başkalarıyla olan ilişkimize göre şekillendiriyoruz. 

Bize “Kendinizi nasıl tanımlarsınız?” diye sorulsa, aklımıza ilk olarak “iyi bir evlat, eş, ebeveyn, dost, çalışan veya yönetici” olabilme gayemiz geliyor. Sosyal yönümüz bağ kurma ihtiyacımızı öne çıkarıyor. Ancak kurduğumuz bağ kadar, bu bağın niteliği de mutluluğumuzu etkiliyor. Bu yazıda bağlanmayı ele alacak, iş-özel yaşam dengesine etki eden bağlanma tarzlarına odaklanacağız.

Yediden yetmişe istikrar

Bağlanma kuramı ilk olarak John Bowlby tarafından ortaya kondu; Mary Ainsworth’un geliştirdiği deneysel yöntem, Bowlby’nin fikirlerini sınamaya ve kuramı genişletmeye imkan sağladı.1 Yetişkinlikte bağlanma davranışını inceleyen çalışmaların gösterdiği bulgu şu oldu: Çocukken ebeveynlerimizle ya da bakımımızdan sorumlu yakınlarımızla geliştirdiğimiz duygusal bağ, hayatımızın sonraki dönemlerinde kuracağımız yakın ilişkilerdeki bağlanma tarzımızı belirlemekteydi.

Erken çocukluk ve yetişkinlikte kurulan bağların benzerliği ilk olarak Hazan ve Shaver tarafından araştırıldı.2 Çalışmada katılımcılara romantik ilişkileriyle ilgili üç seçenek sunuldu ve kendilerini en iyi tanımlayanı seçmeleri istendi. Bu seçenekler şu ifadeleri içeriyordu:

  • Başkalarına kolay yaklaşıyorum ve benim onlara, onlarınsa bana bağlı olması beni rahatlatıyor. Terk edilmek veya bana çok yakınlaşılması beni genelde kaygılandırmıyor.
  • Başkalarına yakın olmaktan rahatsızlık duyuyorum. Onlara koşulsuz güvenmekte ve bağlanma kararı almakta zorluk çekiyorum. Biri bana çok yakınlaştığında geriliyorum ve sıklıkla kendimi rahat hissettiğimden daha yakın davranmaya zorlanıyorum.
  • Çevremdekilerin benimle aynı yakınlığı göstermeye isteksiz olduklarını düşünüyorum. Gerçekten sevilmediğimi ve yanımda kalmak istemediklerini hissediyor, sıklıkla kaygılanıyorum. İlişkimi sürdürdüğüm kişiyle bir bütün olmayı arzu ediyorum, ama bu arzum bazen insanları korkutup kaçırıyor.

Bu ifadeler erken çocukluk döneminde kurulan üç bağlanma tarzından uyarlanmıştı. İlki güvenli, ikincisi kayıtsız, sonuncusu kaygılı/kararsız bağlanmayı tanımlıyordu. Katılımcıların romantik ilişkilerindeki bağlanma tarzlarını çoğunlukla ilk seçenekteki gibi tanımladıkları (yüzde 56), bunu sırasıyla diğer seçeneklerin (yüzde 24 ve yüzde 20) izlediği görüldü. Bu yüzdeler literatürde erken çocukluk için önceden saptanmış dağılımla (sırasıyla yüzde 62, 23 ve 15) da örtüşüyordu. Farklı bağlama tarzlarına sahip yetişkinlerin ilişkilerindeki duygusal deneyimlerinin de farklılaştığı görüldü. Güvenli gruptakiler ilişkilerini “arkadaşça, mutlu, güven veren” sıfatlarıyla tanımlıyor; kayıtsız gruptakiler için “yakınlaşma korkusu” baş gösteriyor, kaygılı/kararsızlar içinse “kıskançlık, duygu iniş-çıkışları ve karşılık görme ihtiyacı” ortaya çıkıyordu. Yetişkinlerin kendileriyle (kendilerini ne kadar sevilmeye değer gördükleri) ve başkalarıyla ilgili inançları (eşinin ne kadar erişilebilir olduğu ve güven verdiği) aynı değildi. Ayrıca, kendi ebeveynleriyle ve ebeveynlerinin birbiriyle olan ilişkileriyle ilgili değerlendirmelerinin de tutarlı biçimde birbirinden ayrıldığı saptandı. Sonuç olarak, geçmiş deneyimlerimizin inançlarımızı, inançlarımızın davranışlarımızı, davranışlarımızın ilişki kurma biçimimizi etkilediği ve kazanacağımız yeni deneyimlerin bu döngüyü sürdüreceği öne sürülüyordu.2

Ayrılsak da beraberiz

İş ve özel hayatımızı birbirinden ayırmak mümkün değil. Yaşantılarımız tek bir zihinde evriliyor, bütünleşiyor ve bizi bugünkü biz yapıyor. Belki de bu sebeple hayatlarımız, birbirinden ayrılmasına rağmen aynı evde yaşamayı sürdüren çiftlere benziyor. Denge arayışımız tarafların bitmek bilmeyen çekişmesi yüzünden, ev sahibi olan bizleri zorluyor. 

Hazan ve Shaver, bağlanma tarzımızın sadece özel yaşamımızı değil, işe yönelimimizi de etkilediğini buldu.3 Araştırmalarında;

  • Güvenli bağlanma tarzına sahip yetişkinler, işlerinde başarısız olmaktan veya takdir görememekten korkmuyordu. İşlerinin ilişkilerini ve sağlıklarını etkilemesine izin vermiyor, keyifli tatillere çıkıyorlardı.
  • Kayıtsız yetişkinler yalnız çalışmaktan hoşlanıyordu. İşlerini ilişkiden kaçınmak için kullanıyor, güvenli bağlananlar gibi keyifli tatillere de çıkmıyorlardı.
  • Kaygılı/kararsız yetişkinler iş performansları hakkında kaygı duyuyor, başkalarıyla birlikte çalışmayı tercih ediyor, fakat takdir edilmediklerini hissediyor ve düşük performans göstermekten korkuyorlardı. Bununla birlikte dikkatleri kolayca dağılıyor, projeleri tamamlamakta zorluk çekiyor, övgü aldıkları zamansa işi gevşetiyorlardı.

Kaygılı/kararsızların en düşük gelir düzeyine sahip oldukları, güvenli ve kayıtsızların gelir düzeylerinin ise benzer olduğu görüldü. Hazan ve Shaver’e göre bunun olası bir sebebi, kaygılı/kararsızların bağlanma tarzının performanslarını ve verimliliklerini düşürmesiydi. Güvenli yetişkinlerin eğitim düzeylerinin daha yüksek olduğu da saptandı. Farklı meslek grupları karşılaştırıldığında ise, öğretmenler kendilerini güvenli bağlanma tarzıyla tanımlamış; teknik beceri gerektiren işleri yürütenlerse kendilerini kayıtsız gruba dahil etmişti.

Hazan ve Shaver’ın araştırması, farklı bağlanma tarzlarına sahip yetişkinlerin işe yaklaşımlarını göstermiş, ancak iş ve özel yaşam dengesiyle ilgili doğrudan bilgi vermemişti. Bu konuda ilk çalışmayı gerçekleştiren Sümer ve Knight oldu.4 Bağlanma kuramına göre kişinin kendisi ve başkalarıyla ilgili algısı, ilişkideki tutum ve davranışlarını etkilemekteydi. Bu sebeple araştırmacılar, bu algının olumlu ya da olumsuz oluşuna göre gruplandırılmış dört yetişkin bağlanma tarzını esas aldı. 

İp üzerinde yürümek

Güvenli bağlanma tarzına sahip yetişkinlerin kendileri ve başkalarıyla ilgili algısı olumludur. Kayıtsızlarkendilerini olumlu, başkalarını olumsuz görür. Saplantılılar, kendilerini olumsuz, başkalarını olumlu algılar. Korkulubağlanma tarzına sahip olanların hem kendileri, hem de başkalarıyla ilgili algısı olumsuzdur.5

Farklı çalışmalarla da ortaya konduğu gibi; saplantılı bağlanma tarzına sahip bireyler; ebeveyn, eş, çalışan vb. diğer benlikleri arasındaki sınırları çizmekte zorlanır, olumsuz duyguları yoğun yaşar ve bu duygulara saplantılı düzeyde takılıp kalır. Aksine güvenli bağlanan yetişkinler, olumsuz duygularının büyümesini engeller, stresle başaçıkmada adaptif yöntemleri kullanır, yakın çevresinden destek alabildiğini düşünür ve ihtiyacı olan bu desteği de alır.5

İş-özel yaşam dengesini kurmak bir ipin üzerinde yürümek gibidir. Kimin ipiyle hayata tutunduğunuz mutluluğunuz için önemlidir. Sümer ve Knight’ın araştırmasında, saplantılı bağlananlar için özel hayatlarının iş hayatlarını ciddi anlamda zorlaştırdığı ortaya çıktı. Bu zorluk korkulu bağlananların yaşadığından da büyüktü. Buna karşılık güvenli gruptakiler için, iş ve özel yaşamlarının birbirini olumlu etkilediği bulundu.

Sonuç

İş-özel yaşam dengesini kurmak kişinin güvenli davranış göstermesiyle mümkün olur. Kendimiz ve çevremizle nasıl ilişkiler geliştirdiğimizi anlamamız, bizi güvenli davranmak için neyi daha farklı yapabileceğimiz konusunda yönlendirir. Güvenli bağlanma nasıl öğrenildiyse, güvenli davranış da öğrenilebilir. Önemli olan iş ve özel yaşamı arasında bir sınır çizmeye çabalamaktansa; kişinin kendisiyle ve başkalarıyla ilgili algısını yönetmeyi öğrenmesidir. 

Kaynakça:

  1. Bretherton I. The origins of attachment theory: John Bowlby and Mary Ainsworth. Developmental Psychology 1992; 28: 759-775.
  2. Hazan C, Shaver P. Romantic love conceptualized as an attachment process. Journal of Personality and Social Psychology 1987; 52(3): 511-524.
  3. Hazan C, Shaver, PR. Love and work: an attachment theoretical perspective. Journal of Personality and Social Psychology 1990; 59(2): 270-280.
  4. Sümer HC, Knight PA. How do people with different attachment styles balance work and family? a personality perspective on work-family linkage. Journal of Applied Psychology 2001; 86(4): 653-663.
  5. Bartholomew K. Avoidance of intimacy: An attachment perspective. Journal of Social and Personal Relationships 1990; 7: 147-178.

Diğer Makaleler

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *

Son Makaleler

En Çok Yorumlanan

Öne Çıkan Videolar

Hayatın Hakkını Vermek

Hayatın Hakkını Vermek | Prof. Dr. Acar Baltaş | TEDxIzmir

Mesleğimi nasıl seçmeliyim?

Kurumların yönetim felsefesini hayata taşıyan insan ve değişim projeleri üzerine çalışan Prof. Dr. Zuhal Baltaş, mesleğinizi nasıl seçmelisiniz konusu üzerine bilgi veriyor.

Hayalini Yorganına Göre Uzat

Prof. Dr. Acar Baltaş, TEDxAnkara'da yaptığı konuşmada istek ve başarı arasındaki ilişki ile "yatkın olduğumuz şeyleri hayal etmenin" önemini anlatıyor.

Öne Çıkan Kitaplar

Personova Kişilik Envanteri Testi