“Tarım ve hayvancılıkla başlayan insanlık serüveni, oynadıkları bilgisayar oyunlarında sosyalleşen ve hayatlarını sanal ortamlarda buluşarak geçirmeyi, “merhaba nasılsın” yerine “sen hangi sürümü kullanıyorsun, bendeki farklı, aynı sürümü yükleyip orada buluşalım mı” şeklinde iletişim kurmaya tercih eden bir çağa doğru gidiyor. Bu hız ve değişimin içinde koşturup hiç bir şeye yetişemediğimizi düşünerek hayıflanmak ve yaşanan AN’a odaklanamamak mutsuz eden ve yetersiz olduğumuzu düşündüren bir tutum olacaktır. Bunun yerine, yapılan her eylemde içinde bulunulan AN’a odaklanmak, onu anı beş dakika dahi olsa anlamlı, geri getirilemez ve eşi bulunamaz gibi yaşamak, önceki anın kaygısı, gelecek zamanın telaşı yerine yaşanan andaki eylem ve kişilere değerini vermek, yaşam doyum puanımızı yükseltir ve acaba bize kendimizi daha iyi hissettir mi? O halde çözüm, farklı ve birbirinden kopuk alanlar gibi düşünülen, iş, özel, sosyal gibi alanların, aslında bireyi geliştiren, farklı beceriler kazanmasını ve olgunlaşmasını sağlayan bir bütün olduğunu kabul edebilmekten geçmektedir.
“Yaşam bir bütündür. Bir kişi yaşamın herhangi bir alanında yanlış yapıyorsa, diğer bir alanında da doğru olanı yapamaz.” Gandi.”
Yapmak istediğiniz hiçbir şeyi yapamadığınızı, zamanın yetersiz olduğunu, bir yerlere yetişmek için hep koşturmak zorunda olduğunuzu, ne eşinize, ne arkadaşlarınıza, ne ailenize yeterince zaman ayıramadığınızı düşündüğünüz zamanlar oluyor mu? Peki ya işyerinde işinizi yaparken ailenizi, evde ailenizle birlikteyken iş yerinde sizi bekleyen işlerinizi, okunacak elektronik postalarınızı düşündüğünüz?
Birçoğumuz benzer duyguları sıklıkla yaşar, hiçbir şeye yetişemediğimizi düşünürüz. Düzenli spor yapmak, kitap okumak, aile ziyaretleri, çocuğunuzla hep istediğiniz kampa çıkmak gibi harika planlarımız vardır ancak “zamansızlık” yüzünden erteleme listesindedir. Tam bu noktada bize bir suçlu gerekir. Parmağın uzatılması gereken tüm bunları yapmamamıza engel olan bir suçlu! Tüm zamanımızı çalan iş hayatı!
Hal bu olunca, zaman yönetimi eğitimleri imdada yetişir. Mutluluğun zamanı ve hayatımızdaki her şeyi denetim altında tutmak ile mümkün olacağı düşünülür. Ancak, zaman o kadar itaatsizdir ki bir türlü planlara sadık kalmaz. Kızgınlık duyulur. Hem söz dinlemeyen zamana hem de zamanı yetersiz kılan iş hayatına.
Duygular bu yönde olunca, iş hayatından hep alacaklı olunur ve yaşamlar kesin çizgilerle iş ve özel yaşam olarak birbirinden ayrıştırılır. Hatta birçoğumuz iş ve özel yaşamı birbirine karıştırmadığımızı gururlu ifadelerle paylaşırız.
Bu noktada sorulacak soru iş ve özel yaşam birbirinden ayrı olması gereken farklı ve birbirine rakip alanlar mıdır ve bu ayrı alanlar insan zihnine ne zaman girmiştir?
Çalışma hayatı, insanlığın var oluşundan beri her zaman mevcut olmuştur. Ancak günümüzdeki anlayışa uygun çalışma hayatı Sanayi Devrimi’nin bir ürünüdür. James Watt 1768 yılında buhar makinesini icat ettiğinde, 248 yıl sonra insanların hayatını bu konu ile meşgul edeceğini kuşkusuz hesaplamamıştı.
Sanayi Devrimi öncesinde insanlar daha çok doğal yaşam süreci içinde faaliyetlerini sürdürmekte ve daha çok fizyolojik ihtiyaçları karşılayacak bir algıyla çalışıyorlardı. Bu dönemdeki çalışma hayatını, ilkel bir yaşam tarzına yakın olan tarım ve köy hayatı olarak ifade etmek mümkündü. O dönem için genel kaygı günü kurtarma kaygısıydı ve ekonomik faaliyetler sadece var olmak için gerçekleştirilmekteydi. Sosyolojik olarak yaşam köylerde devam etmekte, şehirlerde ise zanaatkarlar atadan kalma ve geleneksel usullerle topluma hizmet vermekteydiler. Bu dönem ev ve iş hayatının iç içe olduğu, herkesin sadece kendi gereksinimini karşılayacak kadar mal ve hizmet ürettiği bir dönemdi.
Sanayi Devrimi sonrasında ise, köylerden kentlere yapılan kitlesel göçler toplumsal ve sosyolojik şartları değiştirdi. Kentler cazibe merkezi haline geldi. İşte bu seçim ile birlikte ev ve iş hayatı köklü bir biçimde birbirinden ayrıldı.
Bu dönem ile birlikte, insanlık, hayatını makinaların işleyişi ve ritmine uydurmaya başlamıştır. Yaşamın bütün olduğu, bütün olarak algılandığı, fiziksel ihtiyaçların karşılanması için gerekli olan, çalışma kavramı bu dönemden sonra zihinlerde ayrı alanlar olarak yer bulmuştur.
Oysaki tüm insanların yaşamdan beklentileri 4 temel ihtiyaçla ilgilidir.
- Yaşamak
- Sevmek, sevilmek
- Öğrenmek ve gelişmek
- Ardında iz bırakmak
Bu ihtiyaçların karşılanmasına yönelik tüm faaliyetler yaşamın içinde yayılmış haldedir. Her biri diğeri ile ilgilidir. İşimizi yaparken, edindiğimiz beceriler, işin dışındaki yaşam içinde de etkilidir. Sosyal yaşamın içindeki kazanımlar iş hayatına olumlu etki eder. Farklı olan alanlarda var olan rollerimizdir. Her alanı birbirine düşman etmek kendi kendimize rakip olmamızı beraberinde getirir.
“Bazıları için bu ihtiyaçlar kabul görürken bazıları yaşamın değişik bölümleri olarak görmeye eğilimlidir. Her bir alanda kendimize farklı roller belirler hepsinde farklı zaman geçirmemiz gerektiğini düşünürüz. Dengeyi her alanda eşit zaman geçirmek aynı zamanda birinden diğerine koşmak olarak düşünürüz ve yaşarız. Ancak bölümler paradigması onların arasındaki sinerjiyi göz ardı etmemize neden olur. Gerçek iç denge derin tatmin duygusu ve neşe bu dört ihtiyacın birbiriyle kesiştiği merkezdedir. Rolleri farklı olarak gördüğümüzde “ya /ya da” kalıbına gireriz. Bu kalıpla düşünmeye başlarız. Hiçbir role yoğunlaşamayız. Bu ayırma karakterimize yansır. Bütüncül bakış biçimi ile bakıldığında denge bölümler arasında koşturmak değildir. Denge «ya/ya da» değil «ve»dir . Bu bakış biçimi yaşamda fark yaratır. Aslında sabah yataktan kalkan, duşunu alan, kahvaltısını yapan, aynı zamanda işinde müşterileriyle ilgilenen, arkadaşıyla sohbet eden kişi aynı kişidir. Ne olursak olalım bu rolleri yaşamın her alanına taşırız. Rollerimizi yaşamın birbirinden ayrı parçaları olarak gördüğümüzde zaman kısıtlıdır. Bir rolde geçen zaman diğerinden çalınandır. Kazan-kaybet durumudur bu. Kendimizle rekabet halinde oluruz. Yaşamlarımızdaki tüm rollerde bütünsel baktığımızda kazan-kazan durumu oluşacaktır.”1
O halde çözüm, farklı ve birbirinden kopuk alanlar gibi düşünülen, iş, özel, sosyal gibi alanların, aslında bireyi geliştiren, farklı beceriler kazanmasını ve olgunlaşmasını sağlayan bir bütün olduğunu kabul edebilmekten geçmektedir.
“Yaşam bir bütündür. Bir kişi yaşamın herhangi bir alanında yanlış yapıyorsa, diğer bir alanında da doğru olanı yapamaz.” Gandi.
Sonuç
Tarım ve hayvancılıkla başlayan insanlık serüveni, oynadıkları bilgisayar oyunlarında sosyalleşen ve hayatlarını sanal ortamlarda buluşarak geçirmeyi, “merhaba nasılsın” yerine “sen hangi sürümü kullanıyorsun, bendeki farklı, aynı sürümü yükleyip orada buluşalım mı” şeklinde iletişim kurmaya tercih eden bir çağa doğru gidiyor. Bu hız ve değişimin içinde koşturup hiç bir şeye yetişemediğimizi düşünerek hayıflanmak ve yaşanan AN’a odaklanamamak mutsuz eden ve yetersiz olduğumuzu düşündüren bir tutum olacaktır. Bunun yerine, yapılan her eylemde içinde bulunulan AN’a odaklanmak, onu anı beş dakika dahi olsa anlamlı, geri getirilemez ve eşi bulunamaz gibi yaşamak, önceki anın kaygısı, gelecek zamanın telaşı yerine yaşanan andaki eylem ve kişilere değerini vermek, yaşam doyum puanımızı yükseltir ve acaba bize kendimizi daha iyi hissettir mi?
Kaynakça:
- Covey, S. Seçilmiş işlere öncelikler, Varlık Yayınları; 2006
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *