Size önyargı ile yaklaşıldığını hiç düşündünüz mü, böyle hissettiğiniz bir durum yaşadınız mı? Siz başkalarına karşı önyargılı davrandığınız bir olay yaşadınız mı? Veya size önyargılı düşünme, önyargı ile yaklaşma denildi mi? Önyargıları ortadan kaldırmanın yolu nedir? Önyargıları yok etmek ne kadar kolay? Gelin birlikte bir düşünce ve yazılı sohbet yolculuğu yapalım.
“İnsanların biyolojik/fiziksel ortak özelliklerini sayınız” diye bir soru ile karşılaşsak muhtemelen hepimiz için bu soruya yanıt vermek çok kolay olurdu: İki göz, iki kulak, iki kol, bir burun diye başlayarak epey uzuv ve özellik sayabiliriz.
Üstelik bu yanıtları hiçbir tartışma yaratma ihtimali olmadan verebilirdik. Çünkü yanıtlarımız somut verilere dayalı olurdu.
Ancak, insanın sosyal açıdan ortak özelliklerini saymak bu kadar kolay olmayacaktır. Çünkü burada çeşitliliğin devreye girdiği bir alana adım atacağız: Coğrafyanın, tarihin, içinde yaşadığımız toplumun, kültürün, değer yargılarının, geleneklerin, aile yapısının, dil, din, ırk gibi özelliklerin, politikanın, ekonominin, vatandaşı olduğumuz ülkenin, hukukun… vb. birçok unsurun etkilerinin olduğu bir yer burası. Diğer taraftan bireysel olarak kişiliğimiz gibi önemli bir etkenin de sahnede rol aldığı bir yer.
Peki insanın zihinsel olarak ortak özellikleri nelerdir? İnsan beyni, uzay gibi keşfedilmeye devam edilen, keşfedildikçe daha da karmaşıklaşan bir organ: İnsan zihninin biyolojik yuvası.
Bu kadar karmaşık olmasına rağmen insanların en yaygın paylaştığı ortak özellikleri yine zihinsel alanda bulabiliriz: Zihnimizin işleyişinde ve düşünce şeklimizde.
İnsan zihninin çalışma şekli sosyal psikoloji, bilişsel psikoloji, nöropsikoloji ve sinirbilim alanlarında yapılan araştırmalarla keşfedildikçe, tüm dünyada en basit reklam, pazarlama çalışmalarından başlayarak stratejiler insan zihninin işleyişine göre şekillendirilmeye başlandı. İnsan davranışı ve kararları ekonomi alanında da hayatımıza yön veren çarpıcı bir olgu ile bizi karşılaştırdı: Klasik ekonomi kuramlarının “insan karar verirken akılcıdır” varsayımını sarsan bir gerçek ile yüzleşmemiz gerekti. Zamanla öğrendik ki insan karar verirken, azınlık istisnalar hariç, pek de rasyonel değilmiş.1
Zihin ve davranışlarımızın altındaki dinamikler tanımlanıp ortaya konuldukça, sezgilerin, duyguların, varsayımların, bu yazının konusunu oluşturan ve hepsini tek bir kelimede tanımlayan “önyargıların” hayatımızda ne kadar yaygın olduğuna dair farkındalığımız da arttı.
Son iki yüzyılda, insan zihninin basmakalıp düşünceler, inançlar ile çevrili olduğunu ve karar verme süreçlerimizde bunların çok önemli bir yer tuttuğunu tartışmasız şekilde öğrendik. Bu sonucu çok basit bir araştırma ile hepimiz görebiliriz. İnternette bilişsel önyargılar (cognitive biases) diye bir arama yapınca 200’den fazla bilişsel önyargının genel bir bilgisine sahip olabilirsiniz.2 Biraz daha ayrıntılı okudukça, belki de şaşırarak kendimize ait çok şeyi bu başlık altında listelenen önyargılarda görebiliriz.
Hal böyleyken, aslında hiçbirimiz kendimizi önyargılı biri olarak da görmeyiz. Çünkü önyargının olumsuz olduğunu düşünürüz. Önyargılar üstünkörü ve yüzeyseldir. Bu yüzden de genellemeye dayanır, öznel seçicilik içerir ve de hata payı yüksektir.
Peki neden bu kadar yaygın o zaman? Çünkü önyargılar zihnimizin işleyişinin temel bir ihtiyacına yanıt verir: Hızlı, pratik, kısa, otomatik yoldan karar vermemize ve o esnadaki “amacımıza” ulaşmaya yarar.
Tüm Almanlar disiplinli, tüm İskoçlar cimri, tüm Karadenizliler laz, tüm çekik gözlüler Çinli ya da Japon olunca “beynimiz” için işler ne kadar kolaylaşıyor. Hemen istediğimiz sonuca ulaşabiliyoruz. Önyargılar sadece çevremize, başkalarına karşı da değildir. İnsan kendisine yönelik önyargılara da kolaylıkla kapılabiliyor.
Bilişsel psikoloji alanında araştırmalar yapan Profesör Gordon Moskowitz bu durumu gayet güzel ifade etmiş: “…İnsanın tüm düşünce ve eylemlerini her zaman o kişinin o esnadaki amaçlarına hizmet eden unsurlar olarak görüyorum. Bu hedefler çıplak gözle görünmez, üstü örtülü (bilinçsiz) olabilir. Ama her eylemde, her düşüncede hep bir hedefin peşindeyiz. Bu nedenle, her eylem ve düşünce bu hedefler tarafından yönlendirilir.”3
Sosyal yaşam ve önyargılar kitlesi
Önyargılar sadece bireysel değildir, en çok da sosyal çevremizden beslenir ve çok kolaylıkla manipüle edilebilir. Belki de en tehlikeli olduğu yer burasıdır. Manipülasyon, dezenformasyon, provokasyon gibi kavramlar çoğunlukla önyargılar üzerine inşa edilen, olumsuz sonuçları tarihte çok defa yaşanmış ve yaşanmaya devam eden olayları nitelemiyor mu? Yukarıda örnek verdiğim stereotiplerin aşağılayan, ayrımcı, hakaret, kin, nefret içeren birçok örneği de var. Onları da lütfen siz kendi kendinize bir sıralayın ve basit bilişsel önyargıların nasıl bir mayın tarlasına dönüşebildiğini düşünün. Tarihe bakıldığında toplumsal seviyede yaygınlaşan önyargılar neticesinde, toplulukların bireysel davranışlarda görülmeyecek seviyede aşırı uçlara kayabildiği görülmüştür. Bunun örnekleri için kitle psikolojisi alanında yapılmış araştırmaları incelemenizi tavsiye ederim.
Çağımızda teknolojinin gelişimi, iletişim kanallarının çeşitlenmesi ile aslında bambaşka bir paradoks ile de karşı karşıyayız. Bu gelişme bir taraftan daha önce hiç gitmediğimiz, görmediğimiz, hiç tanımadığımız ülkeler ve insanlar hakkındaki stereotipleri, önyargıları kırdığımız imkânlar yaratabilirken, diğer taraftan tarihte görülmemiş bir hızla yeni önyargılar oluşturmaya da vesile olabiliyor. Üstelik, artık yapay zeka, makine öğrenmesi ile insandaki önyargı potansiyelini bir taraftan ortadan kaldırdığımızı düşünürken yeni bir önyargı deryasına da adım atıyor olabiliriz. Çünkü yarattığımız, çoğalttığımız algoritmalar ve kodlamalar daha karmaşık hale geldikçe oluşan karar sistematikleri de genellemeleri arttıracaktır. Birçok açıdan faydalar içeren, yeni bakış açıları, yeni bağlantılar, yeni neden sonuç ilişkileri ve yeni çözümler getiren büyük veri temelde bir yığın değil de nedir? Böyle bir veri yığını analizler ve yorumlarla kararlarda genelleme ihtimalini ve buna dayalı yeni önyargıların oluşması riskini arttırmıyor mu? İnsandaki önyargılar da en temelde bir nevi yığına ve genellemelere dayanmıyor muydu?
İş yaşamında bağlılık, motivasyon, iletişim, ekip çalışması, liderlik kavramları etrafında yaşanan sorunların en temel çözümlerinde en iyi sonuçlar aslında insan, insanın zihni, düşünce yapısı, davranışı ile ilgili konuları farkındalıkla ele alan yöntem ve yaklaşımlarla elde ediliyor. Bu konuda yığınla araştırma, makale, danışmanlık projeleri örneklendirilebilir. Bilişsel önyargılar ile ilgili farkındalığımız arttıkça hem bireysel, hem kurumsal, hem de toplumsal hatalarımızdan dönmek, onları telafi etmek de daha mümkün ve daha kolay hale geliyor. Geribildirim dediğimiz şey tam da bu türden bir farkındalık için sahip olduğumuz en sihirli yöntem olmadı mı?
Önyargısız bir yaşam mümkün mü?
Bilişsel önyargılar insan doğasına ait. Amerikalı psikolog ve filozof William James’in (1842-1910) “Birçok insan düşündüğünü zannettiği sırada aslında sadece önyargılarını düzenlemektedir” sözü manidardır. Eğer önyargılarınızdan tamamen kurtulmak istiyorsanız, o zaman size kötü bir haber: Bu maalesef pek mümkün değil. Burada kastettiğim belirli bir önyargının kendisi değil. Çünkü belirli bir önyargıyı hedefleyen gayretler, zamanla, deneyim ve bilgi ile de sonuç veriyor. Ama önyargıyı üreten yapı, sistem, mekanizma adına ne derseniz deyin, o sabit. Önyargı dediğimiz şey aslında karar verme sürecimizin bir parçası, bazen de sonucu. Aslında onlar bizim yargılarımız, ulaştığımız sonuçlar. Hatalı ya da olumsuz da olsa. Önyargılar, otomatik olarak, çoğunlukla bilinçsizce oluşturduğumuz genellemelerdir. Çoğunlukla farkında bile değilizdir, ancak üzerinde düşünürsek, geribildirim alırsak fark edebiliriz. Öyle bile olsa, kabullenmesi kolay değildir, önyargımızı “inkâr etmek, reddetmek” ilk ve yaygın tepkilerimizdir.
İyi haber, bu mekanizmayı dengeleyebiliriz: kendimizi bilerek, tanıyarak. İnsan aynı zamanda, ahlak, erdem, hoşgörü, iyilik gibi öğretilere, akıl, şüphe, bilgi, sorgulama, öğrenme gibi becerilere sahip.
Her şey aslında hem olumlu, hem de olumsuz tarafları ile birlikte bir bütün olarak var. Hiçbir şey dikensiz gül veya kılçıksız balık olarak “pürüzsüz”, “sorunsuz” değil. Hoşumuza gitmeyen şeylerin de yaşamda, bu gezegende bir işlevi var. O yüzden hoşumuza gitmeyen zorluklara ve olumsuzluklara, hayatımızdaki olumlu şeyleri mümkün ve belki daha da anlamlı kılan unsurlar olarak bakabiliriz.
Önyargıların sorun yaratma ve sorunları büyütme potansiyeline karşı tabii ki kanunlar, kurallar, sistemler, metotlar, yaklaşımlara da ihtiyaç var. İş yaşamında da geçmişten bugüne öğrenilmiş dersler, edinilmiş deneyimler ile çok yol katedildi. Ancak tüm sistemlere, yaklaşımlara rağmen önyargılar hala kararlarda bir adaletsizlik, haksızlık, ayrımcılık yönünde potansiyel bir tehdit olarak varlar.
Önyargılara karşı önyargısız çözüm: Gerçekçi olmak
Önyargılarımızı basitçe ortadan kaldırabileceğimizi düşünmek çok da gerçekçi olmayacaktır. Dilek, temenniler, güzel sözler, politik doğruculuk ile önyargıları ortadan kaldırmak pek mümkün olmuyor. Bunun yerine gerçekçi ve ümitvar bir yaklaşım ile bakış açımızı güçlendirmek en akılcı yol gibi. Buna dair en çarpıcı örneklerden biri “Stockdale Paradox” kavramı altında görülebilir.4 Bu kavram Vietnam Savaşı’nda esir düşen ve 7,5 yıl esaret altında kalan Amerikalı Amiral James Stockdale’in esir kampından kurtuluş hikâyesine dayanır. Jim Collins’in From Good to Great isimli kitabında yer verdiği bu hikâye, uygulaması azınlık için ama anlaşılması herkes için mümkün olan bir yaşam dersidir. Amiral Stockdale, esir kampından kurtulamayanlar kimlerdi sorusuna verdiği “iyimserler” cevabı ile ilk etapta şaşırtıcı gelen ama düşününce hepimizin hak verdiği bir sonuca götürüyor bizi: “Mevcut durumunuzun en acımasız gerçeği ile yüzleşme disiplinini, sonunda galip geleceğinize olan inancınız ile asla karıştırmamalısınız.”
Önyargılarımızın dengesini de Stockdale hikâyesindeki gibi bir gerçekçilikle, onlardan kurtulmaya çalışmak yerine farkında olarak, bilinçle, araştırarak, teyit ederek, sorgulayarak, sorarak, öğrenerek sağlayabiliriz. Saf bir iyimserlik ile sorunsuz bir yaşam arayışı aslında kaçınmaya çalıştığımız “sorunlara” pek bir çözüm de getirmiyor neticede.
Ancak zihnimiz de o esnada boş durmayacak ve bize her fırsat bulduğunda “oyun oynamaya :)” devam edecektir. Bu farkındalıkla, kararlarımızı verirken zihnimizi beslediğimiz kaynakları çeşitlendirip, mahşerin üç atlısı diye ifade ettiğim “Akıl, Ahlak ve Vicdan” süzgecinden geçirirsek, önyargılarımızın olumsuz etkisini en aza indirdiğimiz bir yaşam hem bireysel, hem kurumsal, hem de toplumsal seviyede mümkün olacaktır. Bu esnada çeşitli araçlarla, yöntemlerle, kurallarla kontrol, denetim ve sorgulama ise her koşulda bir gerek şart olmaya devam edecektir.
Sonuç
Bana göre temelde insanı tanımak, insanlar arasındaki birebir iletişimi kurmak, geliştirmek, bu yolla ortak paydaları görmek önyargılarda boğulmayı engelleyecek belki de en iyi yöntemdir. Bu yüzden kurumlarda çalışanların en önemli önceliği birlikte çalıştığı diğer kişileri insan olarak, birey olarak tanımak olmalıdır. İnsan kaynaklarının en önemli işlevi de bunu çeşitli araç ve metotlarla kurumsal kültürün bir parçası haline getirmek olmalıdır. Böyle bir kurumda, performans ve başarı için çıktığımız sahada önyargıların ataklarına karşı güçlü bir savunma hattına sahip oluruz: Açık iletişim, ekip çalışması, adil liderlik.
Kaynakça:
- Dan Ariely soruyor, kararlarımız kendi kontrolümüzde mi? [İnternet]. Uygun erişim: https://www.ted.com/talks/dan_ariely_are_we_in_control_of_our_own_decisions?language=tr
- List of cognitive biases [İnternet]. Uygun erişim: https://en.wikipedia.org/wiki/List_of_cognitive_biases
- Moskowitz G. Are we all inherently biased? [İnternet]. Uygun erişim: https://www1.lehigh.edu/research/consequence/are-we-all-inherently-biased
- The Stockdale Paradox [İnternet]. Uygun erişim: https://www.jimcollins.com/concepts/Stockdale-Concept.html
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *