Sınırları Olan Bir Gezegende, Sürdürülebilir Yaşama Ulaşmak

Ekosistemlerdeki yok oluş her yıl milyonlarca insanın yaşadıkları yeri terk etmesine neden olmaktadır. İnsan doğa ilişkisinin bozulması sanayi toplumuyla başlamıştır. İnsanlar kendisine tehdit olabileceği düşündüğü hiçbir canlının yaşamasına izin vermemişlerdir. Bireysel ve toplumsal olarak birlikte harekete geçip bu duruma bir son vermeliyiz. Bunu sürdürülebilir altın kuralları hayata geçirerek yapabilirsiniz.

1972 yılında Stockholm’de dünya devletlerinin “Only One Planet- Tek Bir Gezegen” sloganı altında bir araya gelerek dünyanın durumu hakkında tartışmaya başlamanın üzerinden sadece 43 yıl geçti. Bu süre boyunca yeryüzündeki yaşamın sürdürülebilirliği konusunda attığımız adımlar ne kadar zayıf ise, yeryüzü üzerindeki tahribat gücümüz de o denli arttı.

Öyle ki bu kısa zaman diliminde petrol tüketimi sekiz kat, su tüketimi ise üç kat1,2 artarken, her yıl 60 milyar ton doğal kaynağı üretim ihtiyaçlarımız için çıkarıp3, 1,5 milyar ton kentsel atık üretip4 sulak alanlarının yarısını, ormanların %30’unu kaybettik5. Yaşamı paylaştığımız vahşi hayvanların %52’si yeryüzünden tamamen silindi6. Tüm bunların insan hayatına etkisini olmadığını düşünüyorsak büyük bir yanılgı içinde olduğumuzu söyleyebilirim. Ekosistemlerdeki yok oluş her yıl milyonlarca insanın yaşadıkları yeri terk etmesine neden oluyor, sağlıklı suya, temiz havaya, gıdaya ulaşmasını engellerken, şiddetini giderek arttıran doğal afetler ülke ekonomilerini tehdit ediyor. Peki, sonsuz zannettiğimiz gezegende yaşam acaba ne zamandır insan baskısı altında? İnsanın doğa ile kurduğu ilişki bu baskıyı nasıl şekillendiriyor? Bu sorunların cevapları yakın ve uzak tarihimizde saklı. Cevaplar sadece bugünü anlamaya değil, geleceğe yön vermek için de büyük önem taşıyor.

Öyle ise kendimizden başlayalım: Biz bizi nasıl biliriz?

Dönüşümler, yıkımlar, mitler

İnsan doğa ilişkisindeki kadim dostluğun bozulmasını, genellikle 200–300 yıl içinde dönüştüğümüz sanayi toplumuna bağlarız. Ancak bilmekten de pek hoşlanmayacağımız şey, doğa ile asla çok barışçıl bir biçimde yaşamayı başaramadığımız gerçeğidir. İnsan doğa ilişkisi tarihin daha ilk zamanlarında itibaren yıkımlar, dönüşümler, tanımadığına karşı korku üzerine kurulmuştur7.

Öyle ki insanlığın kitlesel yok oluşa sebebiyet verdiği ilk büyük olay günümüzden 45 bin yıl önce Asya’dan Avustralya’ya yapılan ilk geçişten sonra gerçekleşmiştir3,8. İnsanların Avustralya’ya geçmeleri ile ilk defa bir insan grubu o güne kadar hiç tanımadığı başka bir doğaya adım atmış oldu. Avustralya’nın bu ilk sakinleri Avustralya’da karşılaştıkları bu yeni ekolojik sistemde var olabilmek için o güne kadar görülmemiş bir hızla Avustralya doğasını değiştirdiler. Öyle ki, insanlar Avustralya’ya yerleşmeden önce var olan zengin tür çeşitliliği sadece insanlar adaya ayak bastıktan bir kaç yüzyıl sonra 24 canlı türünün 23’ünün yok olması ile büyük bir yıkıma uğradı. İnsanlar büyük bir önyargı ile yaşamı için kendine tehdit olabileceğini düşündüğü hiç bir canlıya yaşama olanağı vermedi. Üstelik Avustralya tek ve son olmadı7,8

Bu katastrofik yok oluşlara neden olmada insanın hayatta kalma, yaşadığı alanı istediği gibi şekillendirme arzusu gibi birçok farklı neden olabilir. Tüm bunlarla yanında doğayı yeterince tanımamanın yarattığı korkunun da neden olduğunu söylemeliyiz7.

Mitler

Aydınlanma çağındaki kırılmaya kadar insanlar için doğa insan için esrarengiz, felaketlere gebe, kısacası tekinsiz bir yerdi. Örneğin gezegenin dört bir yanında yaşayan kültürler dünyanın mevsimsel döngüsü ile yıldızların hareketleri arasındaki doğrudan ilişkiyi gözlemleyebildiklerinde orada olanların bize yönelik olduğu sonucuna vardılar. Alışageldikleri doğal bir düzenin sekteye uğraması bir kuyruklu yıldızın geçişi ile denk düştüğünde ise bunu kişisel olarak algıladılar ve kötüye yordular9. Antik Aztek, Anglo-Sakson, Babilli ya da Hindu olmanız fark etmiyordu; kuyruklu yıldızlar kıyamet alameti olmalıydı. Doğu Afrikalı Masailere göre kuyruklu yıldız kıtlık, Güneydeki Zululara göre savaş, Antik Çinlilere göre devlete musibet habercisiydi6.

Doğa sihrini kaybetti: Aydınlanma Çağı ve Sanayi Devrimi

Bu yaklaşımın/algının altında doğanın işleyişine ilişkin bilgimizin kısıtlı olmasının büyük payı var. 16. yüzyıla kadar doğanın işleyişine yönelik bilgimiz geleneksel bilginin etrafında şekillendi. Geleneksel bilgi üretiminde bilgi geleneklerin tekelindedir. Dünyaya ve yaşama dair bilinmesi gerekenler gelenekler tarafından sunulur. Yeni şeyleri merak etmenin bir anlamı yoktur, doğruluk açısından mutlaktır, sorgulanmaz, şüphe ile bakılamaz. Aydınlanma ile ise, insan cehaletini kabul edip geleneğin tahakkümünden çıkmaya cüret etti3. Bu nedenle aydınlanmanın sloganı, Kant’ın o ünlü deyişiyle “Sapare Aude”; yani “bilmeye cesaret et”tir10.

Bilim, 16. Yüzyılda bilginin matematik ile nicelleştirilmesinin yolunu açan Newton’un “Principia Mathematica”sı ile büyük bir ivme kazandı. Korku ve gizemle yönetilen dünya doğa kanunlarını evrensel anlamda uyarlanabilecek mükemmel matematiksel cümlelerle, formüllerle yazıya dökülebildi10. Bu sayede modern bilimsel paradigma, bilim dili olarak matematiği kullanmaya ve bilgiyi nicelleştirme başladı. Ünlü sosyolog Weber’in değişi ile “Dünya Sihrini Kaybetti”.

Aydınlanma çağından Sanayi Devrimi’ne kadar geçen süreç insanlığın bilim ve icatlar alanındaki adımları ile döşelidir. Ne var ki üretim için gerekli enerji hala su, rüzgâr, kereste ve kas gücünden sağlanıyor, üretim tekil tezgâhlarda yürütülüyor, üretimin sınırlı ve yüksek maliyetli oluyordu. 18. yüzyılın başında İngiltere’de buharlı makinaların keşfi, kömürün alternatif bir enerji kaynağı olarak kullanılması ile üretim bambaşka bir noktaya ulaştı. Buharlı makinelerin icadı insanlığın psikolojisinin önemli bir bariyerini yıktı3,11. Doğru makineyi, enerjiyi ve hammaddeyi bulursanız istediğiniz tür amaca hizmet ettirirsiniz3. Sanayi Devrimi ile insanlık neredeyse sonsuz bir hammadde ve enerji kaynağı ile çevrili olduğu düşüncesine ulaştı. Bu düşünceye göre yapılması gereken şey bu enerji ve hammadde kaynaklarını kontrol etmek ve kullanmak için yeni yollar bulmaktır8. Öyle de oldu. Üretimi hızlandırmak için üretim bantları kuruldu. Demir yolları, arabalar ve otobanlar gezegendeki insanları birbirine bağladı. Tıbbı buluşlar milyonlarca insanın hayatını kurtardı.

Antroposene yani insan çağına hoş geldiniz11

Bütün bu olanlar 1950’den sonra ortaya çıkanlarla karşılaştırıldığında yine de hiçbir şeydi. 1950’lerden itibaren küreselleşme, pazarlama, tüketim ekonomisi ve devasa yatırımlar muazzam bir büyümenin yakıtı oldu. 50 yılda nüfus yedi milyarın üzerine çıktı. İnsanlar şehirlere akın etti. Tarih boyunca ilk defa çok daha fazla sayıda insan sağlık, servet, uzun yaşam ve güvenliğe sahip oldu12. Sınırları olan bir gezegende sürdürülebilir olmayan, sınırsız bir büyüme gerçekleştirilebilir mi? Tüm bunların cevaplarını ve bedellerini giriş bölümünde tartışmıştık.

Sürdürülebilir yaşam: Tercih değil, zorunluluk

Yeryüzündeki yaşamın devamlılığını sağlamak, gerçek güçlü ekonomiler kurmak, herkes için sağlıklı bir çevrede yaşam hakkı sunmak için “gerçek” sürdürülebilirlik için çabalamak bir tercih değil bir zorunluluktur. Bireyler, toplumlar olarak harekete geçmeliyiz. Sürdürülebilir altın kurallarını hayata geçirerek adım atabilirsiniz:

  • Doğayı tanıyın

Doğayı tanımak için doğada olun çünkü ancak tanıdığımızda nelerden korkup korkmayacağımızı bilir, duygusal bir bağ kurmanın, biçimsel ya da nesnel bir değerin dışında değer vermenin yollarını kurarız.

  • Doğadan öğrenin

Temizlik ilacı kullanmadan en ölümcül bakterilerden uzak durmayı nasıl başarırız? Bir çalışma grubunu en çok kaç kişiden oluşmalıdır? Doğa tüm bunların cevaplarını çoktan keşfetti; doğadan öğrenmek için biyomimikri gibi yeni gelişen alanları takip edin.

  • Tercihlerinizi sorgulayın?

Satın almadan önce; gerçekten ihtiyacım var mı? Nerede üretiliyor? Kim üretiyor? Nasıl bir etkisi var? Sağlığım için güvenli mi? Ve benzeri soruların cevaplarını arayın.

  • Katılım sağlayın

Doğanın sesine ses katan sivil toplum kuruluşlarının gönüllüleri olun, çalışmalarına katılın. Çünkü ancak bir arada hareket edersek toplumları dönüştürebilir, sürdürülebilir yaşam için güçlü adımlar atabiliriz. 

Unutmayın; nasıl bir gelecekte yaşayacağımız bizim elimizde. Biz bu hikâyenin bir parçasıyız.

Kaynakça:

  1. http://unesdoc.unesco.org/images/0021/002156/215644e.pdf
  2. Shiklomanov, I.A. (2000). Appraisal and Assessment of World Water Resources, Water International 25, ss. 11 – 32. 
  3. Assadoruian, E., vd. (2010). Dünyanın Durumu 2010: Kültürleri Dönüştürmek. İş Bankası Kültür Yayınları. 2010. İstanbul
  4. Hoornweg, D., & Bhada-Tata, P. (2012). What a waste: a global review of solid waste management. url: http://siteresources.worldbank.org/INTURBANDEVELOPMENT/Resources/336387-1334852610766/Chap3.pdf
  5. Global Forest Watch. (son erişim Şubat 2015) url: http://www.globalforestwatch.org
  6. WWF Yaşayan Gezegen Raporu 2014. url: http://awsassets.wwftr.panda.org/downloads/ygr_2014_ozet.pdf
  7. Harari, Y.N. (2014). A Brief History Of Humankind. Harvill Secker, London
  8. Pontig, C. (2008), Dünyanın Yeşil Tarihi, Sabancı Üniversitesi Yayınları, İstanbul
  9. Cosmos: Bir uzay serüveni. url: http://natgeotv.com/tr/cosmos-bir-uzay-seruveni
  10. Foucoult, M. (1978). What is enlightenment? Paul Rabinow (ed.) “The Foucault Reader” içerisinde, ss. 32 – 50. url: http://philosophy.eserver.org/foucault/what-is-enlightenment.html
  11. Zizek, S. (2012). Antroposen’e Hoşgeldiniz. Encore yayınevi, İstanbul, 96s
  12. url: http://www.anthropocene.info/en/anthropocene

Diğer Makaleler

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *

Son Makaleler

En Çok Yorumlanan

Öne Çıkan Videolar

Hayatın Hakkını Vermek

Hayatın Hakkını Vermek | Prof. Dr. Acar Baltaş | TEDxIzmir

Mesleğimi nasıl seçmeliyim?

Kurumların yönetim felsefesini hayata taşıyan insan ve değişim projeleri üzerine çalışan Prof. Dr. Zuhal Baltaş, mesleğinizi nasıl seçmelisiniz konusu üzerine bilgi veriyor.

Hayalini Yorganına Göre Uzat

Prof. Dr. Acar Baltaş, TEDxAnkara'da yaptığı konuşmada istek ve başarı arasındaki ilişki ile "yatkın olduğumuz şeyleri hayal etmenin" önemini anlatıyor.

Öne Çıkan Kitaplar

Personova Kişilik Envanteri Testi