Karar Anı, Bir Özgürlük Anı

Yalom, Varoluşçu Psikoterapi adlı kitabında ‘karar’ı, dilemek ve eyleme geçmek arasındaki köprü olarak tanımlamıştır. Karar vermek, kendini bir eylemin akışına adamak demektir. Ardından hiçbir eylem gelmediğinde, bunun gerçek bir karar olmadığını, kararla flört etmenin, başarısız bir karar olduğunu belirtir. Karar vermek ve eyleme geçmek bu köprüden geçmekse, insan bu karar köprüsünün başında nasıl gel-gitler, nasıl çatışmalar yaşar? Psikolojik anlamda bahsedilen özgürlük, karar verme ve seçim yapma özgürlüğüdür. Özgürlük genel olarak hep arzulanan bir olgudur, bir endişe kaynağı olduğu düşünülmez. Ancak varoluşçu bakış açısına göre, seçimlere baş başa kalmak insanda kaygı uyandırır. Ancak varoluşçu bakış açısına göre, seçimlere baş başa kalmak insanda kaygı uyandırır. Sonuçların tam olarak öngörülemediği belirsiz bir dünyada, durumun gidişatında etkin bir rol almak demektir. Birey bu olaylar üzerinde kendi etkisini, belirleyici rolünü gördükçe sorumluluğunu idrak eder. Kendisini olaylara maruz kalan bir nesne olarak değil, olaylara şeklini veren güç olarak konumlandırır. Özgürlük, bu çerçevede insanın seçenek yaratması, karar vermesi ve bunun sorumluluğunu taşıması anlamına gelir. Seçenekler birbirine eşdeğer görüldüğünde sıkıntı ve seçim endişesi artar. Bu sebepten ötürü kişi, iki benzer seçenek arasındaki ufak farkları, bilinçdışı düzeyde, büyüterek ilerler. Böylece iki şey arasındaki karar hem belirgin, hem de sıkıntısız hale gelir.

Vladimir: Ee? Gidiyor muyuz?
Estragon: Evet, hadi gidelim.
(Kıpırdamazlar.)

Samuel Beckett’in trajedi-komedi oyunu ‘Godot’yu Beklerken’, yukarıdaki konuşmayla sona erer. Bu oyun yarıda kesilen kararlar abidesidir. Karakterler düşünür, plan yapar, bunu kesinleştirir, fakat karar vermezler. Sahne talimatına göre ‘kıpırdamazlar’. Eyleme geçmezler. 

Bir şey isteme, belki niyet etme ancak eyleme geçmeme hali, iş ve özel hayatında birçok insana tanıdık -insan varoluşuna özgü- bir durumdur. Bu yazıda da karar verme konusu varoluşçu açıdan ele alınacaktır; kararsızlık endişesi, belirsizlik, kararın sorumluluğu ve karar vermekten kaçınma yöntemlerinden bahsedilecektir. 

Karar Nedir?

Yalom, Varoluşçu Psikoterapi adlı kitabında ‘karar’ı, dilemek ve eyleme geçmek arasındaki köprü olarak tanımlamıştır. Karar vermek, kendini bir eylemin akışına adamak demektir. Ardından hiçbir eylem gelmediğinde, bunun gerçek bir karar olmadığını, kararla flört etmenin, başarısız bir karar olduğunu belirtir. 

Karar vermek ve eyleme geçmek bu köprüden geçmekse, insan bu karar köprüsünün başında nasıl gel-gitler, nasıl çatışmalar yaşar?

Belirsizlik ve Karar Verme Sancısı

Varoluşçulukta insanın yeryüzüne atılmışlığından söz edilir (man’s thrown condition). İnsan, olasılıklar dünyasında yaşar. Bir durumun gidişatında belirleyici olan bütün faktörleri bilemez, çok farklı ihtimaller vardır ve kesin bir öngörüde bulunmak imkânsızdır. Belirsizlik bilinci, beraberinde endişe getirir. 

İnsan bir taraftan tam anlamıyla güvenmek, kararının kendi için istediği sonucu vereceğinden emin olmak ister, diğer taraftan bunu kesin olarak öngöremeyeceğini bilir: Hayatta “… seçersem, …yaşayacağım” garantisi yoktur. Öğrenim alanını ve iş alanını seçmek, iş değiştirmek, hep bilinmezlerle yapılan mücadelelerdir. Karar vermek, varoluşçu boyutta, ihtimal ve olasılıklarla yaşamayı gerektirir. 

Karar mı? Kayıp mı?

“Bazı insanlar dört yol ağızlarında oturur, aynı anda ikisine de giremedikleri için iki yola da girmezler, orada yeterince uzun süre otururlarsa yollarının sonunda birleşeceği ve böylece her ikisini seçmenin de olası hale geleceği yanılsamasının tadını çıkarırlar” (Wheelis, 1956).

Bir şeye karar vermek her zaman başka bir şeyden vazgeçmek anlamına gelir. Wheelis bu yazısında olasılıklardan vazgeçemeyen kişiyi resmetmektedir. İnsan bir karar verirken, çoğu zaman bir daha ele geçmeyecek seçeneklerden vazgeçmek zorunda kalır. Dolayısıyla karar, kayıp korkusunu beraberinde getirebilir. Belli bir yolda gitmeye karar veren kişi, diğer yolda yaşayacağı deneyimleri yaşamamayı göze almış olur. 

Fransız dilinde 16. YY’dan bu yana kullanılan “l’embarras du choix“ tabiri, seçeneklerin sıkıntısı veya huzursuzluğu anlamına gelir. Gidilecek o kadar farklı yollar mevcuttur ki, o kadar fazla seçim imkânı ve fırsat vardır ki, kişi şaşkın bir halde kalır ve karar alamaz. 

Yollardan birinde karar kılmayan kişinin içsel sıkıntısı daha da artar, çünkü kendini bir kararla tanımlamaktan kaçınan kişi, hiç yol alamaz. Hâlbuki olasılıklara kaygı penceresinden bakılabileceği gibi, fırsat penceresinden de bakılabilir. Her yol ağzı, kişinin kendine ne istediğine sorması, kendine temas etmesi ve kendini konumlandırması için bir fırsattır. Karar anı bir özgürlük anıdır.

Özgürlük

Psikolojik anlamda bahsedilen özgürlük, karar verme ve seçim yapma özgürlüğüdür. Özgürlük genel olarak hep arzulanan bir olgudur, bir endişe kaynağı olduğu düşünülmez. Ancak varoluşçu bakış açısına göre, seçimlere baş başa kalmak insanda kaygı uyandırır. Sonuçların tam olarak öngörülemediği belirsiz bir dünyada, durumun gidişatında etkin bir rol almak demektir. Birey bu olaylar üzerinde kendi etkisini, belirleyici rolünü gördükçe sorumluluğunu idrak eder. Kendisini olaylara maruz kalan bir nesne olarak değil, olaylara şeklini veren güç olarak konumlandırır. Özgürlük, bu çerçevede insanın seçenek yaratması, karar vermesi ve bunun sorumluluğunu taşıması anlamına gelir.

Karar süreci bu çerçevede, kişinin kendine dönmesi, kendine temas etmesi, ne istiyorum sorusuyla kalması için bir fırsattır. Bu yüzden karar anı, “kendimi nasıl var etmek istiyorum?” sorusuna verilen bir yanıttır. İnsan bu soruyla sürekli karşı karşıyadır ve kendini yeniledikçe, yeni seçimler yaratır, yeni cevaplar bulur. 

Kendime nasıl bir yaşam kurguluyorum? İlişkilerimde nasıl tepkiler veriyorum? İşimde kendimi ne şekilde ortaya koyuyorum? Hayatımda hangi anlamları üretiyorum? … sorularına verilen yanıtlar, bireyin bu özgürlüğün ne kadar bilincinde olduğunun ve sorumluluğunu ne kadar aldığının yansımaları olacaktır. 

Karar vermenin dayanılmaz ağırlığı ve karar vermekten kaçınma yöntemleri

Özellikle önemli hayat kararlarını vermek, birçok kişi için zor ve acı vericidir. Kararın sorumluluğunun bir ağırlığı vardır ve sonuçlar hakkında teminat yoktur. Bu yüzden birçok insan bilinçli veya bilinçli olmadan karar vermekten kaçınmak için başka yollara başvurur. Yalom, insanların geliştirdiği karar vermekten kaçınma yöntemlerini belli başlıklar altında toplamıştır: 

Seçilmeyen seçeneğin değerinin düşürülmesi: 

Seçenekler birbirine eşdeğer görüldüğünde sıkıntı ve seçim endişesi artar. Bu sebepten ötürü kişi, iki benzer seçenek arasındaki ufak farkları, bilinçdışı düzeyde, büyüterek ilerler. Böylece iki şey arasındaki karar hem belirgin, hem de sıkıntısız hale gelir. 

Örneğin işe alım sürecinde kararsızlık yaşayan bir yöneticinin, yukarıda bahsedildiği gibi yol ayrımında, uzun süre kalmaya zamanı yoktur. Bu durumda kendi sezgilerini ve objektif ölçütleri kullansa da, kararsızlık hissi devam edebilir. Karar sonucunda ise, kendini, seçtiğinin değerini yükselten ya da seçilmeyenin değerini düşüren bilgiye daha çok açabilir. 

Kararı bir başkasına bırakma:

Kişi her ne kadar fikir danışsa, paylaşsa ve yardım alsa da karar anında yalnızdır. Karar, tek başına bir harekettir ve bireyi varoluşsal yalnızlığıyla da karşı karşıya getirir. Bu süreçte sıkıntı yaşayan insan, diğerlerini kendi yerine karar vermeye iterek karar vermekten kaçınmayı deneyebilir. 

Örneğin koçluk alan kişi, koçunu kendisi yerine karar vermeye ikna için çaba harcayabilir. Koçun buradaki görevi ise, bu süreci yansıtmak ve kişinin kendi kararsızlığını taşımasını ve kendi kararını bulmasını desteklemektir. Kişinin karar yükünden kesin olarak kurtulamayacağını görmesi, kararı hakkında sorumluluk alması için önemli bir başlangıç noktasıdır. 

Kişi, kararın bir dış etken ya da koşul tarafından verilmesini bekleyerek, karar vermeyi erteleyebilir. Örneğin, bir çalışan yetersiz iş çıkararak üstü örtülü biçimde işten ayrılma kararı vermiş olabilir, ancak işveren o çalışanı işten çıkardığında karar verilmiş gibi görünür. 

Kararı bir şeye bırakma:

Karar vermenin en eski şekli onu kadere bırakmaktır. Kaderin yanıtı farklı kültürlerde farklı yerlerde aranmıştır, kimi zaman yıldız hareketlerinde, kimi zaman kahve telvesinde. Kararı bir dış etkene bırakmak, kişinin kararın sorumluluğundan kurtulmasını sağlar. ‘Kurallar’da karar verme sürecinde insanları rahatlatır, geleneksel toplumların kuralları, seçim yelpazesini daraltır: “Hangi mesleği seçmeliyim? Kiminle evleneceğim?” gibi sorulara toplumsal olarak verilmiş yanıtlar belirsizliği azaltır. 

Kaynaklar

  1. May, R. & Yalom, I.(2008) Existential Psychotherapy. In Corsini, R. J. (Ed.), Current Psychotherapies (pp. 354-391). Illinois: F.E. Peacock Publishers, Inc.
  2. Wheelis, A.(1956). Will and Psychoanalysis. Journal of the American Psychoanalysis Association, 4, 285-303.
  3. Yalom, I.(1999). Varoluşçu Psikoterapi. İstanbul: Kabalcı Yayınevi.

Diğer Makaleler

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *

Son Makaleler

En Çok Yorumlanan

Öne Çıkan Videolar

Hayatın Hakkını Vermek

Hayatın Hakkını Vermek | Prof. Dr. Acar Baltaş | TEDxIzmir

Mesleğimi nasıl seçmeliyim?

Kurumların yönetim felsefesini hayata taşıyan insan ve değişim projeleri üzerine çalışan Prof. Dr. Zuhal Baltaş, mesleğinizi nasıl seçmelisiniz konusu üzerine bilgi veriyor.

Hayalini Yorganına Göre Uzat

Prof. Dr. Acar Baltaş, TEDxAnkara'da yaptığı konuşmada istek ve başarı arasındaki ilişki ile "yatkın olduğumuz şeyleri hayal etmenin" önemini anlatıyor.

Öne Çıkan Kitaplar

Personova Kişilik Envanteri Testi