Pandemiye karşı takındığımız kişisel ve politik tavırlarımızı tartarken, kullandığımız dil fark yaratır. Yaklaşımımız, dünyayı anlamamıza ve bu yeni duruma uyum sağlamaya çalışırken seçtiğimiz yolların oluşumuna ve güçlenmesine destek sağlar. Bitmek bilmeyen “yeni normal” tartışmalarının ortaya koyduğu analitik çerçeve, içinde bulunduğumuz mevcut karmaşaya düzen getirmemize yardımcı olabilir, ancak bugünkü krizi değerlendirirken odağımız bu olmamalıdır.
– Değişen dünyamızı anlamaya çalışırken “yeni normal” yaklaşımı odağımız olmamalıdır.
– Bugüne kadar dünya nüfusunun büyük çoğunluğu için “normal” kelimesi bir anlam ifade etmedi, öyleyse şimdi bu kadar anlam yüklemek neden?
– Bu yeni yaklaşımı benimsemek yerine hepimiz konfor alanımızdan çıkarak yeni bir paradigma oluşturmalıyız.
“Yeni normal” tanımı koronovirüsün başlattığı belirsizliği ortadan kaldırmak üzere bir yol olarak görüldü ve yayıldı. Politikacısı ve medyasından, arkadaşlara ve ailelere kadar hemen herkes görünürde hiçbir iyileşme gözlemlemeden, yaşamlarını “yeni normal” çatısı altında, bu görüşe sarılarak sürdürebileceğini hayal etti.
Bu yaklaşım hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı görüşünü savunduğu için birçok kişiye cazip geldi ve “yeni dünya düzenine hoşgeldiniz” mesajı kabul gördü. Bu dili kullanarak, şimdiyi ve eskiyi zihnimizde tekrar canlandırdık, şu anda yaşadıklarımızın standart bir durum olduğunu kabullendik.
Pandemiye karşı takındığımız kişisel ve politik tavırlarımızı tartarken, kullandığımız dil fark yaratır. Yaklaşımımız, dünyayı anlamamıza ve bu yeni duruma uyum sağlamaya çalışırken seçtiğimiz yolların oluşumuna ve güçlenmesine destek sağlar. Bitmek bilmeyen “yeni normal” tartışmalarının ortaya koyduğu analitik çerçeve, içinde bulunduğumuz mevcut karmaşaya düzen getirmemize yardımcı olabilir, ancak bugünkü krizi değerlendirirken odağımız bu olmamalıdır. İçinde bulunduğumuz durumu anlatmaktan uzak olan “yeni normal” yaklaşımını canlı tutmak, yaşadığımız gerçekliğin bütününe yönelik davranış geliştirmemize izin vermez. “Yeni normal” öncelikle kişinin psikolojik iyilik halini engeller, daha sonra da “normal”in toplumun büyük bir kısmı için geçerli olmadığı gerçeğini göz ardı eder.
“Yeni normal” söylemi, içinde bulunduğumuz durumun yolunda olduğu görüşünü ortaya koyar; çünkü “normal”, olağan kelimesiyle eşdeğer bir anlam ifade etmektedir. Bir başka deyişle, halk sağlığı ile ilgili sorunlar yaşansa da, bu sorunlar yönetilebilir. Hastalığın her zaman ve her yerde karşılaşabilecek bir tehdit unsuru olduğu bir yaşamı olağan kabul ederiz. Ancak pandemi deyince normal kelimesi tam olarak hangi anlama gelmektedir? Toplumun hep birlikte izole olması normal değildir. Eğer bu normalse, o zaman durumu kontrol edebilmemiz gerekmektedir. Kayıp ve çaresizlik duyguları hissetsek bile, bizden bu hastalıklı gerçekliğin standart olduğunu kabul ederek, bu duruma alışmamız beklenmektedir.
Başa çıkmaya çalışmak demek, durumumuzu normalleştirmek ve yaşananları hızla geride bırakmak değil, süreci gerçekten anlamlandırmak için kendimize zaman tanımak demektir. Psikologlar acısını hissettiğimiz kayıpları dile getirmenin önemini vurgularken, bizi çevreleyen kederle başa çıkmak için farklı yöntemler kullanmayı önermektedir. Bu yöntemlerden bazıları meditasyon yapmak, mücadelemizi çevremize anlatmak, sanat yoluyla kendimizi ifade etmek veya günlük tutmaktır. Belirsizliğin hüküm sürdüğü günümüzde, “yeni normal” anlayışı şimdiye kadar dünyanın ve duygularımızın yatışmış olması gerektiği anlayışını destekler. Belirsizliklerle çevrelenmiş bir durumdayken hiçbir şeyin normal olmadığını kabul etmek yanlış değildir. Endişelenmemiz ve korkmamız normaldir. Şu anda çevremizde olup biten olaylar karşısında rahatsızlık duymamız da doğaldır. Aslına bakacak olursanız, mevcut durumdan hepimiz rahatsızlık duymalıyız çünkü “yeni normal” ne yazık ki birçoğumuzun ulaşım imkânı yakalayamayacağı bir gerçekliği ortaya koymaktadır.
“Yeni normal” yaklaşımı kendimizi iyileştirme becerimizi baskılamakla kalmaz, aynı zamanda temelden değişim gösteren topluma geniş bir perspektiften bakmamızı engeller. Çünkü bu yaklaşım elit tabaka faydasına çalışan bir dünya düşlemektedir. Sosyal mesafeye ve kişisel koruyucu malzemeye odaklanan popüler stratejileri uygulamak kendilerini toplumdan izole edebilecek durumdaki insanların imkânı dâhilindedir. Dünya genelindeki 100 milyondan fazla evsiz insanın evde kal çağrılarına uyması mümkün değildir.
Eğer yaşamınız günlük kazanç üzerine kurulu ise sizin “evde kal, güvende kal” direktifine uyma lüksünüz yoktur. 30 Mart’tan beri sokağa çıkma kısıtlamasının yürürlükte olduğu, benim yaşamakta olduğum Nijerya’da, vatandaşlar sokaklara dökülüp “açlık virüsü”nün onları “koronavirüs”ten daha hızla öldüreceğini söyleyerek bu durumu protesto etmektedir. “Yeni normal” iletişimi kolaylaştırmak adına online araçlara ve böylelikle çevremizle iletişimde kalacağımıza vurgu yaparak sanal etkileşim vaat ederken, dünyanın hemen hemen yarısının çevrimdışı olduğunu göz ardı etmektedir. Gelişmiş ülkelerde internet kullanan bireylerin oranı %87’dir. Buna karşın en az gelişmiş ülkelerde bu oranın %19 olduğu görülmektedir.
Birleşik Devletler’de siyahi ve Latin topluluklar arasında Covid-19 ölümlerinin daha yüksek olduğunu gözlemlemekteyiz ve bu durum sağlık sistemindeki eşitsizliği ortaya koymaktadır. Doğduğum şehir olan Chicago’da, nüfusun % 30’unu oluşturmamıza rağmen, koronavirüsten ölenlerin ortalama %70’i Afrikalı-Amerikalılardır. Siyahiler öldükçe, kayıplarla ilgili bazı nüfus bilgileri kayıt altına dahi alınmamaktadır, örneğin Amerikan yerlileri Covid-19’un etki alanı kapsamında olmalarına rağmen kayıtlarda görülmemektedir. Tüm bunların yanı sıra cinsiyet mücadelesinde aile içi şiddet, çocuk evlilikleri, kadın sünneti ve istenmeyen hamilelik gibi olaylar artmaktadır. Hindistan’da uygulanan sokağa çıkma kısıtlaması ise milyonlarca kişiyi parasız, evsiz ve aç bırakırken, ülkenin farklı bölgelerinde ikamet eden bu insanlar yeni yaşam alanlarına doğru uzun yolculuklara çıkarak, büyük tehlikelere göğüs germeye zorlanmaktadır.
“Yeni normal” göçmenlerin yer değiştirmesi ve gittikçe kötüleşen yapısal eşitsizlik gibi olumsuzlukları göz ardı ederek, imtiyaz esasına dayalı tek bir yaklaşımın tüm stratejilere uygun olduğu görüşünü destekler. Geniş kapsamlı politikaları uygulamaya koyacak olanlar tarafından “normal” diye bir kavramın olmadığı kabul edilmeli ve pandeminin insanlar üzerinde yarattığı etkiyi anlamak için, paydaşların değişkenlik gösteren cinsiyet, ırk, özürlülük vb. demografik verileri toplanarak, özgün gerçeklikleri ortaya çıkarılmalıdır. Evde kalmaya zorlamak veya hizmetlerin kısıtlanması gibi büyük kararlar, hızla hayata geçirilen anketler ve rastlantısal telefon çağrılarından sonra uygulamaya koyulmalıdır. Böylelikle alınan bu kararların sosyo-ekonomik sonuçlarını anlamak mümkün olabilir. Geniş kapsamlı bir bakış açısı sunabilecek olan şirketlere -örneğin Batı Afrika’daki Ebola vakasında olduğu gibi, koronavirüs sonrası para kazanmakta zorlanabilecek kadınlara yardımda bulunan finansal kuruluşlara- destek verilmelidir. Zorlayıcı koşullara çözüm oluştururken yerel liderler ile işbirliği yapılmalıdır.
Tüm bunlara ek olarak, alınan bu yeni kararlar en başta yeterli barınak ve suya erişim sorunları olmak üzere, gözlemlenmekte olan çok yönlü yoksulluk ile baş etmeye çalışacaktır. Örneğin Kolombiya, sıkıntı içinde olan ailelere “dayanışma geliri” sağlayabilmek için nüfus sayımı verileri, ekonomik ve sosyal anketler ve yönetimsel kayıtlar kullanmayı hedeflemektedir. Bu aileler resmi koşullara bağlı nakit para aktarımı veri tabanından faydalanamamaktadırlar. Böylelikle ailelerin acılarını hafifletecek büyük çapta yerelleştirilmiş programlar oluşturmak ve ayrıca daha önceden var olan ve iyileştirilmesi gereken sorunları tespit etmek amaçlanmaktadır. Örneğin, önceden süregelen sorunlar arasında fazla kalabalık veya yaygın olarak birkaç kuşağın bir arada yaşadığı aileler yer almaktadır. Tüm bu stratejiler “normal”in tam olarak ne olduğuyla ilgili bir tahminde bulunamayan, fakat veri temelli ve coğrafi belirliliklere dayalı cevap arayan “aktif öğrenme” metodolojisine hizmet edebilir.
Pandemi şiddetini artırırken, bizlere de adeta tarihin izini sürmek ve eskiyi unutmadan dünyayı tekrar hayalimizde canlandırmak üzere bir şans tanımaktadır.
“Yeni bir normal” değil, “yeni bir paradigma” oluşturmanın verdiği rahatsızlıktan keyif almalıyız.
Yaşamakta olduğumuz tedirginlik, istikrarsızlık ve yalnızlık duyguları bizlere, Covid-19’un ortaya çıkışından çok önce toplum tarafından göz ardı edilen ve sistematik olarak dışlanan bireyleri anlamamızda yardımcı olabilir. Böylelikle harekete geçmek ve zorlayıcı koşulları iyileştirmek hız kazanabilir. Aslına bakacak olursanız, bu topluluklar için koşullar hiç bir zaman “normal” olmamıştır.
Yorum Bırakın
E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmiştir