Güvenin Kaynağı

Her yeni ilişki, karşı taraftan zarar gelmeyeceğinin kabulüne dayanan, bilinçli bir iradeye ihtiyaç duyar. Zarar görmeme kabulü doğrulandıkça ve tekrarlandıkça, alışkanlığa dönüşür. Ancak burada yaşanan herhangi bir hayal kırıklığı, kişinin yeni ilişkilerinde dikkatli ve temkinli davranmasına neden olur. Birisine güvendiğimiz zaman, kendimizle(özümüzle) ilgili bazı şeylerden vazgeçeriz ve karşılığında almayı beklediğimizin bizi yücelteceğini(bize katkı sağlayacağını) düşünürüz. Böyle bir durumda savunma bariyerlerimizi alçaltır, zedelenme ve yaralanma ihtimaline açık oluruz. Bu durumu iyi (yüce) bir şeyler elde edeceğimiz için göze alırız. Kurumsal hayatta güven, kişinin içinde bulunduğu kurum kültürü ve o kurum içindeki yaşantılarla da yakından ilişkilidir. Dedikodu eğiliminin yüksek olduğu, insanların yüksek rekabet içinde birbirlerinin hatalarından avantaj sağlamaya çalıştığı ortamlarda, güven eğilimi yüksek olan insanlar da ilişkilerinde güvensizlik yaşayabilirler.

Güven konusunda ilk kez ayrıntılı olarak, kurumsal eğitimciliğimin ilk yıllarında, “Ekip Oluşturma Geliştirme (EOG)” seminerinde katılımcılara oynattığımız bir oyun üzerine, düşünmeye başladım. “Mahkum İkilemi” adıyla da bilinen, bizim “Kartallar-Şahinler” olarak farklı bir kavramsal boyuta taşıdığımız simülasyon, gerçekte ilkokul çocuklarının bile kolayca kavrayacağı bir temele dayanıyordu. 

İki gruba ayrılan katılımcılar, seçtikleri sözcüler aracılığıyla karşı grupla yaptıkları anlaşmaya uyarlarsa, iki taraf da biraz kazanıyordu. Biri uyar, diğeri uymazsa(aldatırsa), aldatan çok kazanıyor diğeri çok kaybediyordu. İkisi de aldatma teşebbüsünde bulunursa, iki taraf da biraz kaybediyordu. Bunun sonucunda da kazanan daha önce katılımcıların ortaya koyduğu(sembolik) parayı alıyor, eşitlik halinde paylaşıyor, ancak iki tarafta eksi puanda bitirirse ödül hakeme(eğitimci) kalıyordu.  Her türlü hesap ve aklıselim, tarafların işbirliğini sürdürmesinin kazanmayı garanti ettiği yönündeydi. Oysa gerçek hiç de öyle olmuyordu. Gruplarda, başta anlaşma eğilimi olsa da, baskın çıkan bir grup üyesi diğerlerini, başlangıçta avantaj sağlamak üzere anlaşmayı bozmaya ikna ediyordu. Simülasyon sürecinde daha sonra güveni sağlamak için verilen şanslara rağmen, çok kere başlangıçta yıkılan güven onarılamıyordu. Bunun sonunda simülasyon, iki grubun da eksi puanlarla süreci tamamlamaları ve ödülü hakeme bırakmalarıyla sonlanıyordu.  Büyük çoğunluğu, çok iyi eğitimli, zeki, sorumluluk taşıyan, çevrelerinde “iyi insan” olarak tanımlanabilecek bu insanların, nasıl böyle bir akıl tutulması yaşadıklarını anlamakta güçlük çekiyordum. Bunun üzerine psikoloji disiplininde güven konusunda yapılan çalışmaları araştırdım. O zaman güven duygusunun kaynağın, çocukluk yıllarında kadar gittiğini gördüm.

Güvenin sözlük anlamı

Türk Dil Kurumu Sözlüğü’nde güven kelimesinin karşılığı olarak şunlar verilmektedir; “Korku, çekinme ve kuşku duymadan bağlanma duygusu, itimat, yüreklilik, cesaret”. Oxford English Dictionary’de ise güven şöyle tanımlanmaktadır: “Confidence in or reliance on some quality or attribute of a person or thing or the truth of a statement” Bu cümleyi çevirmeye çalışanın, Türkçe’de kolayca karşılığı bulunmayan “confidence” ve “reliance” kelimelerine gelince, terlemesi kaçınılmaz olur. Çünkü bir kavramı açıklarken onu, cümle içinde kullanılan aynı kavramla açıklamak, doğru olmaz.  Güven konusuna, kelime anlamı ve kavramı olarak düşünmeye ise yine yıllar önce yaşadığım bir olaydan sonra başladım. Yeni bir eğitim programını büyük emeklerle hazırlandıktan sonra, bu programı verecek olan deneyimli bir eğitimci arkadaşımdan, bana eğitimin kritik üç modülünü birebir sunmasını istedim. Önce bir sessizlik oldu, sonra arkadaşımın boğazının düğümlendiğini ve konuşmakta zorluk çektiğini fark ettim. “Ne oldu?” diye sorduğumda “Siz bana güvenmiyor musunuz?” dedi. Oysa ben hiç böyle düşünmemiştim. “Ben sana itibarımı emanet edecek kadar güveniyorum. Ancak yeni hazırladığımız bu modülleri hedeflediğimi gibi verebileceğinden emin olmak istiyorum” dedim. Arkadaşımı tam olarak ikna edebildiğimden şüpheliyim. Ancak bu olay güven kavramı üzerinde daha ayrıntılı düşünmeye başlamama neden oldu.  Daha sonra İngilizce sözcükte araştırmaya başlayınca, iki kültürün düşünme biçimleri arasındaki farkı daha kuvvetle hissetmeye başladım. Çünkü Türk dilinde güven, anlamdaşı olan itimat ile birlikte(fiziki güvenliği de içine alacak biçimde) nüanslar hesaba katılmadan çok geniş bir çerçevede, çok kere de hoyratça ve fazla düşünülmeden, kullanılıyor.  Oysa İngilizcede, güvenle ilişkili “trust”, “confident”, “assurance”, “reliability”, “security”, “safety” gibi benim bulabildiğim 18 farklı kelime, karşımıza çıkıyor. Eğitimci arkadaşımla yaşadığım olayda, ben ona, kişiliğine ve eğitimci yeterliliğine “trust” ediyordum. Ancak, söz konusu olan üç modüldeki performansı konusunda “confident” değildim ve onu sağlamaya çalışıyordum.  İnsanlar kelimeler ve kavramlarla düşünür. Zihnimizde ve kelime dağarcığımızda yer almayan bir kavramla düşünemeyiz. Daha sonra bu düşüncemizi kelimelere dökeriz. Güven konusunda da yukarıda saydığım bütün incelikleri göz ardı ederek, güven kavramını bir şemsiye olarak kullandığımızda birbirimizi anlamakta güçlük çekiyoruz.

Bir insana kim ve neden güvenir?

Hayvanlar âlemindeki ilişkileri, sözlükteki açıklamaları ne ölçüde karşılıyor? Hayvan belgesellerini seyredenler, anneler ve yavrular arasında, yüksek primatlar ve hatta büyük kediler için bile, 2-4 yıla yayılan ve mutlak güven temeline dayanan, ilişkiler olduğunu bilirler.Her yeni ilişki, karşı taraftan zarar gelmeyeceğinin kabulüne dayanan, bilinçli bir iradeye ihtiyaç duyar. Zarar görmeme kabulü doğrulandıkça ve tekrarlandıkça, alışkanlığa dönüşür. Ancak burada yaşanan herhangi bir hayal kırıklığı, kişinin yeni ilişkilerinde dikkatli ve temkinli davranmasına neden olur. Eğer kişi çocukluğunun ilk beş yılında, desteklenen, eleştiri ve yargıdan uzak bir aile ortamında yaşarsa, dünyayı ve insanları güvenilir olarak algılanma eğiliminde olur. “Şimdiki zaman”da yaşanan, ancak kontrol edilemeyen geleceği içeren bir durum olan güven, başkalarının gelecekteki davranışları üzerine öngörüde bulunmak, bir anlamda bahis oynamak gibidir. İşte “bugün yaşanan” ama “gelecekteki öngörü”müzü yansıtan bu duygu, geçmişimizle yakından ilişkilidir ve geleceğimizi etkilemektedir. Birisine güvendiğimiz zaman, kendimizle(özümüzle) ilgili bazı şeylerden vazgeçeriz ve karşılığında almayı beklediğimizin bizi yücelteceğini(bize katkı sağlayacağını) düşünürüz. Böyle bir durumda savunma bariyerlerimizi alçaltır, zedelenme ve yaralanma ihtimaline açık oluruz. Bu durumu iyi (yüce) bir şeyler elde edeceğimiz için göze alırız.  Bir arkadaşa güvenmek, karşılığında dostluk ve mutluluk doğuracağı için anlamlıdır. Öğretmene güvenmek, kişiyi yaşamda işine yarayacak bilgilerle donatacağı ve daha bilge kılacağı için anlamlıdır. Hekim, yatırım uzmanı veya emlakçı gibi bir profesyonele güvenmek; onların sağlığımızı iyileştireceği, maddi imkânlarımıza katkı sağlayacağı ve daha isabetli bir seçim yapacağımıza olan inançtan kaynaklanır.  Güven iki yönlü bir yoldur. İnsanlara güveniriz ve onlardan da güven bekleriz. Böylece güvenilir olmayı umarız. Henry Stimson’un dediği gibi, “Bir insanı güvenilir kılmanın tek yolu, ona güvenmektir.” Başkalarına güvenen bir insanın, güvenilir olmaması çok ender bir durumdur. Benzer şekilde başkalarına güvenmeyen birinin de, güvenilir olması sık rastlanan bir durum değildir.  Kurumlara güvenmek de benzer bir sürece bağlıdır. Müşterileriyle ilişkilerinde müşterilerden yana tanımlanmış süreçleri olan, çalışanlarına karşı taahhütlerini yerine getiren, yönetim kurulu odasında konuşulanlar, çalışanlarına verilen bilgilerle kamu önündeki duruşları paralellik gösteren kurumlar, güvenilir kabul edilir. BP örneğinde olduğu gibi, kendini kamuya karşı “Petrolün Ötesinde” (Beyond Petroleum) olarak tanıtan bir şirket, denizüstü platformlarında, gerekli güvenlik tedbirlerini almayarak, maliyetten tasarruf etme yoluna gitmeyi ve yılsonunda karlılığını artırmayı tercih edebiliyor. Güven insanın doğasında vardır ve çevresi tarafından beslendikçe gelişir. Hayatta kalmaya dönük bir ihtiyaçtan kaynaklanıyor olsa da, bebekler annelerine güvenir. Hayatın bu ilk yıllarında çevrelerinden destek ve ilgi gören ve yakın çevreleriyle ilişkili yaşantılarında haz ve doyum yaşayan bebekler; bütün koşulları mükemmel olmasa da, dünyayı dost bir ortam olarak görür ve güven duygusu geliştirir.  Şekil 1’de görüldüğü gibi, bebeklik döneminden çıkıp, çocukluk dönemine girdikçe, çevredekilerin sayısı artar. Büyük anne ve büyük babalara ek olarak aile çevresi dışındaki yetişkinlerle ve ilkokul yıllarında öğretmen ve arkadaşlarla kurulan ilişkiler de bu duyguyu besleyip geliştirebilir veya bir ölçüde sınırlayabilir. Ancak çocuk, içinde bulunduğu koşullardan memnun kalmaz, hoş olmayan yaşantılar ağır basmaya başlarsa, doğasında var olan güven eğilimi zedelenir ve çevresine karşı daha dikkatli olmaya başlar. Şiddet görmek veya ihmale uğramak, çocuğun hayat sevincini törpüler, dünyayı “düşman” bir ortam olarak görmesine sebep olur. Çevresine ve insanlara karşı tetikte olması gerektiğine inanmaya başlar. 

Kimlere güveniriz?

Doğamızda var olan güven eğilimi ve bu eğilimi besleyen bir ortamda yetişmek önemlidir ancak her şey demek değildir. Hayatımızda karşımıza çıkan her insana ve her şeye güvenemeyiz. Karşımıza çıkan herkese güvenmememiz gerektiğini öğrenmemiz, doğrudan yaşantılarımızdan, başkalarının kulaktan dolma söylemlerinden veya medya kanallarından bize yansıyan yaşantılarından kaynaklanır.  Bir insana hiçbir koşul gözetmeksizin güvenmek, “gözü kapalı güven”dir ve bazıları için bu aptalcadır. Ancak birçok kişi, eşine(partnerine), ebeveynlerine ve ailesine böyle bir güven içinde olmayı doğal bulur. 

Şekil 2’deki halkalarda, içerden dışarıya çıktıkça, güven duygusu kişiye bağlı olarak derece derece zayıflar. Kurumsal hayatta güven, kişinin içinde bulunduğu kurum kültürü ve o kurum içindeki yaşantılarla da yakından ilişkilidir. Dedikodu eğiliminin yüksek olduğu, insanların yüksek rekabet içinde birbirlerinin hatalarından avantaj sağlamaya çalıştığı ortamlarda, güven eğilimi yüksek olan insanlar da ilişkilerinde güvensizlik yaşayabilirler. 

Sonuç

Güven, kurulması zaman alan, emek isteyen, yıkılması kolay, yeniden yapılandırılması çok daha zor, insan doğasında var olan kırılgan bir duygudur. Güven duyduğumuz insanlarla ilişkimizde şu dört özellik mevcuttur;

  • Verilen bilginin doğruluğundan emin olmak
  • Kendimizi savunma ihtiyacı hissetmemek
  • Verdiğimiz bilginin, bize karşı kullanılmayacağını bilmek
  • İlişki içinde yara alma korkusu taşımamak Bu duyguları yaşamak için karşımızdaki kişiyi çok iyi tanımak ve kabullenmek gerekir.

İş ortamında güven duygusu oluşturmadan ekip çalışması yapılmayacağı gibi, birbirleriyle sadece işin gerekleri doğrultusunda ilişki kuran insanlarla da ekip çalışması yapmak mümkün değildir. Fukuyama, “Güven, moleküller arasındaki çekim gücü gibidir. Yüksek güvenlikli toplumlar granit, düşük güvenlikli toplumlar da kum tepeleri gibidir” demiştir. Bu söz, sadece bir toplumdaki kültürü değil, insan ilişkileri veya bir kurum içindeki iklim için de geçerlidir.

Diğer Makaleler

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *

Son Makaleler

En Çok Yorumlanan

Öne Çıkan Videolar

Hayatın Hakkını Vermek

Hayatın Hakkını Vermek | Prof. Dr. Acar Baltaş | TEDxIzmir

Mesleğimi nasıl seçmeliyim?

Kurumların yönetim felsefesini hayata taşıyan insan ve değişim projeleri üzerine çalışan Prof. Dr. Zuhal Baltaş, mesleğinizi nasıl seçmelisiniz konusu üzerine bilgi veriyor.

Hayalini Yorganına Göre Uzat

Prof. Dr. Acar Baltaş, TEDxAnkara'da yaptığı konuşmada istek ve başarı arasındaki ilişki ile "yatkın olduğumuz şeyleri hayal etmenin" önemini anlatıyor.

Öne Çıkan Kitaplar

Personova Kişilik Envanteri Testi