Yapılan birçok araştırma, maddi refahın bir dereceye kadar insanların mutluluğuna olumlu katkı sağladığını, ancak tek başına yeterli olmadığını göstermektedir. Robert Lane, ‘The Loss of Happiness in Market Democrasies’ ( Pazar Demokrasilerinde Mutluluğun Kaybı) kitabında bu konuyu araştırmış ve insan yaşamında mutluluğun ait olma, kişisel gelişim ve hakkaniyet gibi parasal karşılığı olmayan değerlerden kaynaklandığı sonucuna varmıştır. Günümüzde, hızla gelişen teknoloji ve artık sınır tanımayan global ekonominin baş döndürücü rekabet ortamı, şirket yöneticilerinin uykularını kaçırmaktadır. Bu ortamda yöneticiler için hisse senetlerinin değeri, kurumların piyasa değeri gibi para karşılığı anlamlar ön plana çıkmıştır. İş dünyasında bugün en çok üstünde durulan, finansal katkının dışında firmalara büyük saygınlık ve güven kazandıracak olan inovasyonun iki önemli alanı eko-inovasyon olarak bilinen çevreci yaratımlar ve düşük gelir düzeyi olan toplumlara hizmet edecek, onların yaşam kalitesini arttırmaya yarayacak ürünlerin geliştirilmesidir. Dünyanın lider firmaları gerçek değer yaratımının kendi çalışanları ve müşterilerinin ihtiyaç ve beklentilerinden başlayarak tüm insanlığın yararına gerek ekonomik gerekse sosyal ve çevresel katkıda bulunmak olduğunu kabul etmiş durumdadırlar.
Değer; sadece maddi anlamda değil, daha iyi bir dünyada daha iyi bir hayat yaşamak için…
Değer kelimesi sözlük anlamı itibariyle; hemen hemen tüm Türkçe sözlüklerde, birşeyin önemini belirlemeye yarayan soyut ölçü, birşeyin değdiği karşılık, kıymet olarak tanımlanmaktadır. Günümüzün maddiyat cenneti dünyasında, değer kelimesinin karşılığı insanların zihinlerinde maalesef artık sadece dolar işareti olarak anlamlanmakta, para ile ölçülemeyen hiçbirşey değer olarak bir anlam ifade etmemektedir. Bu durum, birey olarak insanı, içinde yaşadığı toplumu ve sonuçta dünyayı nereye götürmektedir? Özellikle; ekonomik değerlerin kaçınılmaz olarak temel alındığı iş dünyasında, sadece maddi değer artışına odaklanarak gerçekte değer yaratılmakta mıdır? Yarının dünyasında adından söz ettirmek isteyen şirketlerin bu konuda nasıl bir politika izlemeleri onları başarıya götürecektir? Bu yazıda sorulara ilişkin, son yıllarda ortaya konulmuş uzman görüşleri ve bilimsel araştırma sonuçlarından yararlanarak cevaplar bulmaya çalışacağız.
Modern toplum ve insan mutluluğu
Dalai Lama, modern toplum ve insan mutluluğunun sorgulamasını yaptığı ‘Yeni Binyılın Değerleri’ adlı kitabında, ekonomik olarak gelişmiş ülkelerde yaşayanların, az gelişmiş ülkelerde yaşayanlara oranla bir biçimde daha doyumsuz, daha mutsuz ve bir ölçüde daha acı dolu bir yaşam sürdüklerini belirtmektedir. Lama, bunun en önemli sebebi olarak modern endüstriyel toplumu dev bir makineye benzeterek, insanın bu makine hareket ettikçe hareket etmekten başka seçeneği olmayan küçük önemsiz bir parça gibi algılanmasını göstermektedir. Bu makinede insan yabancılaşma ve yanlızlığa gömülmüştür.
Yapılan birçok araştırma, maddi refahın bir dereceye kadar insanların mutluluğuna olumlu katkı sağladığını, ancak tek başına yeterli olmadığını göstermektedir. Robert Lane; ‘The Loss of Happiness in Market Democrasies’ ( Pazar Demokrasilerinde Mutluluğun Kaybı) kitabında bu konuyu araştırmış ve insan yaşamında mutluluğun ait olma, kişisel gelişim ve hakkaniyet gibi parasal karşılığı olmayan değerlerden kaynaklandığı sonucuna varmıştır. Lane kitabında, bugün liberal piyasa demokrasilerinin karşı karşıya olduğu en büyük sorunları toplumun bireylerinde giderek artan umutsuzluk, depresyon, birbirlerine ve kurumlara karşı duydukları güvensizlik, ergen intiharları ve mutsuz evlilikler olarak sıralamaktadır.
Kurumların değerlerinde yaşanan değişim
Dalai Lama’nın toplumun geneli için verdiği dev makine örneğini şirketler için de düşünebiliriz. Endüstri devriminin başlangıcına dönersek; savaştan çıkmış toplumun her türlü ihtiyacının biran evvel karşılanması gereği, ‘mass production’ olarak nitelenen çok sayıda, hızlı ve seri üretimi bir zorunluluk haline getirmişti. Bu piyasa koşulları şirketlerde radikal kararlar alınması; çalışanlarına insan olarak değil de, bir üretim aracı gözüyle bakılması sonucunu doğurmuştu. Bu duruma uygun olarak, şirketlerdeki ‘değer’ kavramı üretimi sağlayan bina gibi taşınmazlar ve makine, araç ve gereçleri kapsamaktaydı. Günümüzde, hızla gelişen teknoloji ve artık sınır tanımayan global ekonominin baş döndürücü rekabet ortamı, şirket yöneticilerinin uykularını kaçırmaktadır. Bu ortamda yöneticiler için hisse senetlerinin değeri, kurumların piyasa değeri gibi para karşılığı anlamlar ön plana çıkmıştır. Şirketlerin öncelikli varoluş nedenlerinin para kazanmak olduğu da düşünülünce, soyut varlıkların dahi mümkün olduğu kadar para birimi karşılıkları ile ifade edilmeye çalışılmasına şaşmamak gerekir.
İş dünyasında değerlerin önemi
Dünyanın lider firmaları gerçek değer yaratımının kendi çalışanları ve müşterilerinin ihtiyaç ve beklentilerinden başlayarak tüm insanlığın yararına gerek ekonomik gerekse sosyal ve çevresel katkıda bulunmak olduğunu kabul etmiş durumdadırlar.
Global rekabet ortamında bugün ayakta kalmak isteyen tüm firmaların, sadece ortaklarının çıkarları doğrultusunda hareket edemeyeceklerinin bilincinde olmaları gerekmektedir. Piyasalardaki itibarlarını korumak ve insanların güvenini kazanmak onlar için hayati bir öneme sahiptir. Bu sebeple, dünyanın en prestijli kurumlarının çoğu, insanlığa hizmet edecek yaratıcı projeler geliştirme çabasındadırlar. Nokia firması yönetim kurulu üyesi ve CEO’su Jorma Ollila bir konuşmasında bu durumu şöyle dile getirmiştir: ‘İş dünyasının başarısı ve dünyanın geleceğinin iyiliği hiçbir zaman bugün olduğu kadar birbirine bağlı olmamıştı. Çevre, sağlık, insan hakları ve birliği gibi global konular, bir zamanlar yönetim politikalarının dışında yer alırken bugün hızla bu politikaların merkezinde yer almaya başlamıştır.’
İş dünyasında bugün en çok üstünde durulan, finansal katkının dışında firmalara büyük saygınlık ve güven kazandıracak olan inovasyonun iki önemli alanı eko-inovasyon olarak bilinen çevreci yaratımlar ve düşük gelir düzeyi olan toplumlara hizmet edecek, onların yaşam kalitesini arttırmaya yarayacak ürünlerin geliştirilmesidir. Örneğin, Toyota firması bugün AR- GE çalışmalarının büyük bir kısmını çevreye en az zarar vererek çalışan ve aynı zamanda da ekonomik olan araçlar üretme çabalarına ayırmaktadır. Procter and Gamble, özellikle Çin, Hindistan, Pakistan gibi ülkelerde yaygın görülen çocuk ölümlerine ve hastalıklara yol açan hijyen problemi ile baş etmek üzere düşük maliyetli antibakteriyel sabun üretimini hedeflemiş ve bu projelerde test aşamasına gelmiştir. Danone, Muhammed Yunus’un öncülüğünü yaptığı sosyal iş (social business) projesi çerçevesinde Bengladeş’li çocuklara yoksulların bile ulaşacağı bir ücretle yoğurt sunmaktadır.
Sonuç
Tüm bu araştırmalar ve örnekler göstermektedir ki; dünyanın lider firmaları gerçek değer yaratımının kendi çalışanları ve müşterilerinin ihtiyaç ve beklentilerinden başlayarak tüm insanlığın yararına gerek ekonomik gerekse sosyal ve çevresel katkıda bulunmak olduğunu kabul etmiş durumdadırlar. Yarının dünyasında adından sıkça söz ettirmek isteyen şirketlerin bu doğrultuda, insanı en değerli varlığı kabul edip yaratıcı fikirlerle, içinde yaşadıkları dünyanın daha güzel bir dünya olmasına katkıda bulunmayı hedeflemekten başka şansları kalmamıştır.
Kaynaklar :
- Aldisert, Lisa M. (2002), Valuing People : How Human Capital Can Be Your Strongest Asset.
- Dalai Lama (1999), Yeni Binyılın Değerleri.
- Jackson, Ira A. (2004), Profits with Principles : Seven Startegies for Delivering Value with Values.
- Lane, R. (2000), The Loss of Happiness in Market Democrasies.
- Smith, Douglas K. (2004), On Value and Values : Thinking Diffrently About We in an Age of Me.
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *