Günümüzde iş hayatı (business) dünyaya yön veren üçüncü kurum olmuştur. Ancak çağdaş iş yaşamının din ve ordu gibi binlerce yıllık bir geleneği ve buna bağlı olarak ritüelleri oluşmamıştır. Topluma yön veren her kuruluşun sorumluluğu olması gerekirken, günümüz iş hayatının bu tür bir geleneğe ve role sahip olduğunu söylemek zordur.Her düzeydeki yöneticinin ve bütün çalışanların kararlarını yürekten inandıkları değerlere dayanarak vermeleri gerekir. Her karar kişilerin ve kurumun sahip olduğu değerle ilişkilendirilmezse değerlerin yaşaması ve hayata geçmesi mümkün olmaz.İş hayatı doğru işleri, doğru yöntemle yapmayı gerektirir. Bunun devamlı olabilmesi, sürdürülebilirliğe, iyi hizmete ve Richard Barrett’in tanımıyla kurumun ruhunun özgürleştirilmesine ihtiyaç gösterir.
Dünya kurulduğundan bu yana varlığını sürdüren iki kurum vardır. Bunlardan biri ordu, diğeri de dindir. Bu iki kurumun da, şekil değiştirerek de olsa, her gün daha güçlenerek varlığını sürdürmesinin nedeni “ritüel”leridir. Ritüs, Latince’de “doğru eylem” demektir. Ritüeller, topluluğun ve bireylerin sahip oldukları inanç sistemleri nedeniyle, tartışmaksızın ve adeta otomatik olarak yerine getirdikleri eylemlerdir. Bir askerin, üstünü gördüğü yerde (onun buna layık olup olmadığını düşünmeden) selamlaması, bir müminin (günlük meşguliyetlerinin buna imkan sağlayıp sağlamadığını sorgulamadan) beş vakit namaz kılması, ritüellere verilecek örneklerdir.
Örneğin, bu satırları okuyan hemen bütün okuyucular sağlık inanç sistemlerinin uzantısı olarak, ne kadar yorgun olurlarsa olsunlar, dişlerini fırçalamadan yatmazlar.
Günümüzde iş hayatı (business) dünyaya yön veren üçüncü kurum olmuştur. Ancak çağdaş iş yaşamının din ve ordu gibi binlerce yıllık bir geleneği ve buna bağlı olarak ritüelleri oluşmamıştır. Topluma yön veren her kuruluşun sorumluluğu olması gerekirken, günümüz iş hayatının bu tür bir geleneğe ve role sahip olduğunu söylemek zordur.
İş dünyası üstlenmek durumunda olduğu bu rolü henüz anlayabilmiş değildir. Kapitalizmin, temel kabulüne göre müdahale edilmeyen piyasanın kendi kendini düzenleyeceği hayali, toplumun bütünü için beklenen sonuçları ortaya çıkartmaktan henüz çok uzaktır.
Sosyalizmin, insanların ortak çıkarına dönük bir erdem anlayışıyla topluma hizmet edeceği hayali de ne yazık ki gerçekleşememiştir. Sosyalizmi egemen kılmak için mücadele edenlerin bireysel erdemleri, erdemliliği kollektif kılmaya yetmemiştir. Bunun sonucunda doğan ekonomik verimsizlik sosyalizmi çökertmiş ve kapitalizmin tek doğru yöntem gibi algılanmasına neden olmuştur. Böyle bir alternatifsizlik “piyasa ekonomisi”nde kar etmek için her şeyin mubah olduğu yönünde bir anlayışın doğmasına yol açmıştır.
Din ve ordu binlerce yıldır varlığını sürdürüyor ve eskisinden daha sağlam olarak ayakta duruyorsa bunun nedeni değerlere dayalı bir anlayışı, eğitimin her aşamasına yerleştirmiş olmalarıdır. Günümüzde Türkiye’de laik kesimin yaşadığı en büyük sıkıntı, gerçekte altı doldurulmuş değerlere dayalı bir eğitim sistemine sahip olmamaktır. Cumhuriyetin kuruluş yıllarında böyle bir anlayış yerleştirilmiş ancak geçen zaman içinde ya değerlerin içi boşalmış veya cumhuriyetin erdem saydığı değerler bütünüyle unutulmuştur.
İş hayatı doğru işleri, doğru yöntemle yapmayı gerektirir. Bunun devamlı olabilmesi, sürdürülebilirliğe, iyi hizmete ve Richard Barrett’in tanımıyla kurumun ruhunun özgürleştirilmesine ihtiyaç gösterir. Bunun için de, her düzeydeki yöneticinin ve bütün çalışanların kararlarını yürekten inandıkları değerlere dayanarak vermeleri gerekir. Her karar kişilerin ve kurumun sahip olduğu değerle ilişkilendirilmezse değerlerin yaşaması ve hayata geçmesi mümkün olmaz.
Yorum Bırakın
E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmiştir