Kaynak dergimizin 2009 yılında ele alınacak konu başlıklarını tartışırken şu anda okumakta olduğunuz 37. sayımızın “kriz” üzerine olacağını hiçbirimiz, değil aklımızdan geçirmek tahmin dahi edemezdik. Ekonomi iyi gidiyordu, siyasette ciddi problemler yoktu. Sadece, bazı söylentilere göre Mayıs ayını atlatabilirsek, yaz aylarında zaten ekonomi yavaşlardı, daha sonra ramazan ayı geliyordu ama Kasım-Aralık aylarında mutlaka küçük de olsa olumlu gelişmeler yaşanacaktı. “Türk parası çok değerli idi”, “cari açığımız büyüyordu”, “işsizlik artıyordu” gibi olumsuz görüşlere karşı dış ticaret açığını çevirebiliyorduk, ekonomi büyüyordu, ve benzeri olumlu görüşler arasında hep birlikte gidip geliyorduk.
Kaynak dergimizin 2009 yılında ele alınacak konu başlıklarını tartışırken şu anda okumakta olduğunuz 37. sayımızın “kriz” üzerine olacağını hiçbirimiz, değil aklımızdan geçirmek tahmin dahi edemezdik. Ekonomi iyi gidiyordu, siyasette ciddi problemler yoktu. Sadece, bazı söylentilere göre Mayıs ayını atlatabilirsek, yaz aylarında zaten ekonomi yavaşlardı, daha sonra ramazan ayı geliyordu ama Kasım-Aralık aylarında mutlaka küçük de olsa olumlu gelişmeler yaşanacaktı. “Türk parası çok değerli idi”, “cari açığımız büyüyordu”, “işsizlik artıyordu” gibi olumsuz görüşlere karşı dış ticaret açığını çevirebiliyorduk, ekonomi büyüyordu, ve benzeri olumlu görüşler arasında hep birlikte gidip geliyorduk.
Her zaman olduğu gibi güncel ülke problemleri ile başımızı kuma gömmeğe devam ederken, bu kez Atlantik’in ötesinden gelen haberlerle önce meraklandık, sonra şaşırdık, şimdi hep birlikte karalar bağlıyoruz.
Ünlü sosyolog Robert K. Merton’un teorisi “Kendini doğrulayan kehanet” bir kez daha gerçekleşmişti. Geliyor, gelecek derken kriz gelmişti, artık herkes mutlu olabilirdi. İçinde bulunduğumuz ortamda, bu ironiyi yapacak durumumuz kaldı mı sorusunu soranlara aynı mantıkla, bu kez “Bize bir şey olmaz” diyerek bu kehanetin de gerçekleşmesini sağlayabiliriz, diyerek yanıt verebilir miyiz ?
Baltaş liderlik eğitimlerimizde, günümüzden 150 yıl öncesine bir yolculuk yaparak başlarız. 1850’lerde başlayan sanayi devriminden, 1990’ların ortasında başlayan enformasyon devrimine kadar yaklaşık bir buçuk yüzyıl beklemek gerektiğini söyleriz. Katılımcıların bazıları bu olumlu değişimlerin yanı sıra, 1930’da yaşanan ekonomik buhrandan yada 1939 yılında başlayan II. Dünya savaşından söz ettiklerinde, değişimlerin olumlu sonuçlanan örnekleri ile ilgilendiğimizi, insanlık tarihi için olumsuz sonuçlara yol açan değişimlerin konumuz dışında kaldığını anlatmaya çalışırız. Aslında, bizim için değerli olan olumlu değişim ve dönüşümleri gerçekleştiren liderlerin ortak özellikleri ve davranış biçimleridir.
Odağımız gerçeğimizdir
Baltaş Grubu olarak, bundan sonra da aynı örneklerle devam edeceğimizden emin olabilirsiniz. Çünki aynı zamanda, olaylara olumlu bakış ve enerjiyi doğruya odaklama sadece tüm eğitimlerimizin temeli değil, aynı zamanda yaşam felsefemiz ve en önemli değerlerimizdendir. Bu kez pek çok okuyucunun, katılımcılarımızın da dile getirmekten çekinmediği gibi Pollyannacılık yaptığımızı düşündüğünü hissediyorum. Bu durumlarda ise her zaman olduğu gibi “gerçekçi iyimserlik” yaklaşımımız devreye girer.
Böylesine bir süreçte gerçekten iyimser olabilir miyiz, gerçekçi iyimserlik ne kadar işimize yarar ?
Harvard Business Review(HBR) dergisinin Ekim, Kasım ve Aralık sayılarında dikkatle kriz yazıları aradım. Çok ilginçdir, bu konu üzerine birkaç yazı ve çok küçük referanslar dışında hiçbir şey bulamamak önce beni şaşırttı, sonra ciddi biçimde düşünmeye zorladı. Özellikle “Corporate America” diye adlandırılan kuzey Amerika iş dünyasının kurumsal başarı hikayelerini sayfalarına taşıyan HBR sanki hiçbir şey olmamış gibi davranıyordu.
Bizim gazetelerimizin ekonomi sayfaları ile televizyonlarımızın kriz programlarında ise ahkam kesenlerin en iyimserleri bile “krizi fırsata çevirmek” klişesinin bir adım ötesine geçemiyorlardı.
Bu nedenle, bir kriz yazısı yazmak yerine, değişim ve dönüşüm yazısı yazmaya karar verdim. Evet, herkesin üzerinde neredeyse yüzde yüz mutabakata vardığı tanımı ile bir “küresel mali kriz” başlamıştı, ama bundan daha önemlisi, bunun tetiklediği çok daha büyük bir değişim ve dönüşüm süreci başlamak üzere idi.
Bu dönüşüm sürecine 2009 ortalaları, 2010 başı, 2025 sonu gibi ömür biçmek yerine hiçbir zaman bitmeyecek bir sürecin varlığından söz etmek gerçekçi bir iyimserlik olarak algılanamaz mıydı ?
Birey olarak, kurum olarak, ülke olarak değişimi böyle algılamak herkesin ruh ve beden sağlığı için daha doğru bir seçim olamaz mıydı ?
Bu sorulara kolaylıkla “evet” yanıtını verebiliriz. Ancak önce “küresel mali kriz” tanımlaması ile başlayalım :
Sorunu tanımlamak
Eğer aksi söylenmezse herhangi bir “tanım” bütünü ve geneli kapsar. Bu nedenle küresel vurgusuna ayrıca ihtiyacımız olmadığını düşünürsek, tanım “mali kriz” sözcükleri ile rahatlıkla açıklanabilir. Devam edelim; mali sözcüğünün reel sektörü kapsamadığını vurgulamak için kullanıldığı düşünüldüğünde de, durumun o kadar da kötü olmadığını söyleyenler haklı olabilir. ABD otomotiv sektörüne olan yansımaları ise krizin bir reel sektör krizi olduğundan çok, bu sektörün çok önceye dayanan üretim, verimlilik, ARGE ve inovasyon sorunları ile ilgili olduğunu göstermektedir. GM, Ford ve Chrysler’in başı çektiği bu sektörün ortalama operasyon karlılığının % 3 olduğu bir ortamda Toyota’nın % 9 oranında bir operasyonel karlılıkla yönetilmesi yeterince açıklayıcıdır. Özetlersek, aslında bir “küresel mali kriz”den söz etmek yerine “kötü yönetilen” şirketlerin tetiklediği bir değişim ve dönüşüm sürecinin başlangıcından söz etmek daha gerçekçi olacaktır. Bu kötü yönetilen şirketler finans sektöründe faaliyet gösteriyorlarsa bedelini çoktan ödediler ve 11. bölümlerini tamamlayarak tarihe karıştılar. Kötü yönetilen reel sektör şirketleri ise daha yüksek bedeller ödüyorlar ve ödemeye devam edecekler. İster finans, ister reel isterse de kamu sektöründen olsun kötü yönetilen kurumların başarısız liderleri de yaşadığımız dönüşümün tetikleyicisi ve aynı zamanda kurbanları olarak dünya liderler galerisindeki yerlerini çoktan aldılar.
Böylece, “küresel mali kriz” gibi oldukça olumsuz ön yargılar içeren bir tanımlama yerine “yetersiz liderlerin başlattığı dönüşümler” gibi gerçekçi ve olumlu bir tanımlama daha sağlıklı değerlendirmeler yapmamıza imkan verecektir. Liderlik seminerlerimizde, liderlik yaklaşımımızı aktarırken ekip kavramına yaptığımız vurgunun yanı sıra, iyi yönetilen şirketlerde, liderin hiçbir zaman tek başına hareket etmediğinden, ekibi ile birlikte fark yarattığından söz ederiz. Kötü yönetilen şirketlerde de liderin ya tek başına hareket ettiğinden ya da ekibinin yetersiz liderlik davranışlarıyla yanlış uygulamalara ortak olduklarından bahsederiz. Bu nedenle, değişim ve dönüşüm süreçlerinde yaptıkları ve yapmadıkları ile ekibin de en az lider kadar sorumluluk taşıdığını, lider-ekip ilişkisinin, yöneten-yönetilen ilişkisinden çok daha güçlü olduğunu bir kez daha görmemiz açısından bu süreç üzücü de olsa oldukça yararlı olmuştur.
Olumlu bakışımızı sürdürmek gerekirse, evet, “yetersiz liderlerin başlattığı dönüşümler”in sonucuna her zaman olduğu gibi bu kez de tarih karar verecektir. Sanayi devriminin itici gücü olan buhar makinasının keşfinin, toprağın insan ve hayvan gücü ile işlendiği tarım toplumununun zenginleri tarafından çok sıcak karşılandığını düşünecek kadar saf ve iyimser değiliz. Yaşadığımız bu dönüşümün sonuçlarını göreceğimiz yılların sayısı gerçekten tek haneli rakamlarla açıklamak olsa olsa dar ve sığ bir görüşün ürünü olabilir. Dönüşümün uzun dönemli sonuçları hakkındaki kararı çocuklarımıza ve torunlarımıza bırakarak, kısa vadeli olumluluklara odaklanmak gerektiğinde, bu dönemde gerek bireysel gerekse kurumsal düzeyde aşağıda belirttiğimiz gibi bizi bekleyen sorumluluklarımız olduğunu görürüz.
Bizi bekleyenler
- Daha az üreteceğiz ve daha az tüketeceğiz, dolayısı ile daha sağlıklı bir yaşamımız olacak,
- Daha çok değil, daha akıllı çalışacağız, dolayısı ile daha fazla çözüm ve sonuç odaklı olacağız,
- Daha çok eğitim yapacağız, dolayısı ile gelişime daha fazla zaman ayıracağız,
- Daha çok ARGE çalışması yapacağız, dolayısı ile daha çok yeni ürün ve hizmetler geliştireceğiz,
- Daha çok ekip çalışması yapacağız, daha az bireysel çalışacağız, dolayısı ile daha yaratıcı ve yenilikçi olacağız,
- Daha az seyahat edeceğiz, dolayısı ile daha az enerji tüketerek enerji tüketimine olumlu katkıda aynı zamanda daha az karbon salınımına yol açarak çevreye olumlu katkıda bulunacağız,
- Daha çok teknoloji kullanacağız, daha verimli ve üretken olacağız.
Değişim ve dönüşümün kısa ve orta dönemli sonuçlarını olumluya çevirmek, uzun vadeli sonuçları da mutlaka olumlu yönde tekileyecektir.
Sonuç
Filozof Derrida’nın dediği gibi, “düşünce dilden soyutlanamaz”, ya da popüler deyişle insanoğlu kelimelerle düşünür. Yaşadığımız süreci ifade ederken, tanımlarken, yorumlarken ve çözümlerken seçeceğimiz kelimelerin belirleyiciliği üzerinde hep birlikte bir kez daha düşünmenizi öneriyorum.
Tabii her zaman olduğu gibi yine kelimelerle…
“Küresel mali kriz” mi, yoksa, “yetersiz liderlik” mi ?
“Ekonomik bunalım” mı yoksa “eksik yönetişim” mi ?
Seçim sizin….
Yorum Bırakın
E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmiştir