Şimdi Ne Olacak?

Bugünlerde herkesin birbirine en çok sorduğu: “Bundan sonra ne olur?”  “Kriz bize nasıl yansır?” “İşsizlik çoğalır mı?” gibi sorulardır. Bundan sonra nelerin olacağı, sadece ülkemizde değil galiba dünyada hemen herkesin merak konusudur. Krizin bize yansıması ne olacak? Faizler ne olacak? Dolar ne olacak? Enflasyon ne olacak? İşsizlik artacak mı? İnsanoğlunun en önemli savaşı yaşam savaşıdır. Yaşam savaşı tüm canlıların temel içgüdüsüdür: Yabancıların “survival” dedikleri bu içgüdüye, diğer canlılardan farklı olarak insanlarda rastladığımız bir ek de “gelecek” endişesi taşımamızdır. Öyleyse, sadece kriz zamanında değil, genelde temel soru: “Gelecek nasıl olacak ?” sorusudur. Kısacası, olayların bundan sonra nasıl gelişeceğini merak ediyorsanız, bu ülkenin ‘deneyimli’ (ya da kazazede) yurttaşları olarak özellikle yakın geçmişte yaşananlardan yeterli referans noktaları bulmak mümkündür. Kanımca ekonomik krizler, ne büyüklükte olursa olsun, sosyal krizlere dönüşmediği sürece çözümlenebilir. Yönetimde bulunanların temel sorumluluğu da buradadır.Kavramsal toplumlar eğitim düzeyi daha gelişmiş, birikimleriyle, olayları önceden değerlendirebilen, yönlendirebilen toplumlar olarak tanımlanır. Kavramsal toplumlarda, yukarıdakinin tersine, toplumun kendisi olaylara yön verebilir. Bu toplumlarda insana ve eğitimine, araştırmaya önem verilir. Bizde ise “kavramsal” bir toplum olmaktan çok “yaşamsal” bir toplumun belirtileri sürmekte. Toplumsal dayanışmanın var olduğuna, bu nedenle özellikle ekonomik kriz dönemlerinde yaratılan dayanışma, yardımlaşma ile krizlerin derin çatışmalara dönüşmeksizin önlenebildiği toplumsal değerlerin varlığına inanmaktayım.

Bugünlerde herkesin birbirine en çok sorduğu: “Bundan sonra ne olur?”  “Kriz bize nasıl yansır?” “İşsizlik çoğalır mı?” gibi sorulardır. Bundan sonra nelerin olacağı, sadece ülkemizde değil galiba dünyada hemen herkesin merak konusudur. Krizin bize yansıması ne olacak? Faizler ne olacak? Dolar ne olacak? Enflasyon ne olacak? İşsizlik artacak mı?

İnsanoğlunun en önemli savaşı yaşam savaşıdır. Yaşam savaşı tüm canlıların temel içgüdüsüdür: Yabancıların “survival” dedikleri bu içgüdüye, diğer canlılardan farklı olarak insanlarda rastladığımız bir ek de  “gelecek” endişesi taşımamızdır. Biraz sonra ne olacak? Gelecek yıl ne olacak? Ben yaşlanınca ne olacak? Benim sonum ne olacak? Ekonomik krizde bizim halimiz ne olacak? gibi meraklar insanoğlu açısından “yaşam” savaşının önemli bir besleyicisidir. 

Geleceği daha “güvenli” hale getirmek insanın verdiği yaşam savaşının bir parçasıdır.

Geleceği öngörmek

Öyleyse, sadece kriz zamanında değil, genelde temel soru: “Gelecek nasıl olacak ?” sorusudur. İnsanoğlu bu soruya cevap bulabilmek için tarih boyunca değişik yöntemler kullanmış. Astrolojiden, kahve falına; istatistik biliminden, ekonometrik regresyon modelleriyle bilgi işlem analizlerine kadar tüm uğraşlar hep bu sorunun cevabını bulabilmek içindir.

Diğer müsbet ilimlerde olduğu gibi, ekonomi ilminde de, hangi koşulların sonucunda nelerin olacağını tahmin etmek mümkündür. Bu tahminlerde iki zorluk, bir tane de kolaylık vardır. Zor olan, olacakların ne zaman olacağını ve ne boyutta olacağını kestirebilmektir. Kolay olan ise, bir toplumun ekonomik yaşamında rastlananların benzerleri mutlak geçmişte yaşanmıştır, hatta, belki de, aynı zamanda başka toplumlarda da  yaşanmaktadır. Dolayısıyla nedenleri ve sonuçları hakkında ‘kopya çekmek’ mümkündür! Örneğin ciddi bir ekonomik krizin ardından neler yaşanabileceğini önce 1929, sonra 1946 yıllarına; ülkemizde de: 1970’li yılların ikinci yarısına, 1994 ve 2001 yıllarına bakarak yorumlayabiliriz.  

Kısacası, olayların bundan sonra nasıl gelişeceğini merak ediyorsanız, bu ülkenin ‘deneyimli’ (ya da kazazede) yurttaşları olarak özellikle yakın geçmişte yaşananlardan yeterli referans noktaları bulmak mümkündür. Kanımca ekonomik krizler, ne büyüklükte olursa olsun, sosyal krizlere dönüşmediği sürece çözümlenebilir. Yönetimde bulunanların temel sorumluluğu da buradadır.

Yakın zamana kadar yerküremizde iki ayrı tür toplum tipi olduğu söylemine ben de inanmaktaydım. Bu söyleme göre toplum tipleri:
“Kavramsal” (conceptual) ve “yaşamsal” (factual) toplumlar olarak ayrılmakta.   Yaşamsal toplumlarda pekçok olay “yaşanarak”, görülerek, denenerek öğrenilir, kavranır. Bu toplumlarda, yaşama yön veren olayların kendisidir. Genelde eğitim düzeyi düşük olan bu toplumlarda, halkın başına gelebilecek olayları bilimsel yönden anlatarak önceden topluma “kavratmak”  oldukça zordur. Yaşamsal toplumlarda kaynaklar yeterli olmadığı gerekçesiyle (belki de insana yatırım yapılmasına inanılmadığı için) eğitime gereken önem verilmez. Böylelikle olayları yaşayarak öğrenmenin maliyeti çok yüksek, (ve ne yazık ki, topluma maddi ve manevi faturası da çok ağır) olmaktadır. Zaten kıt olan kaynaklar savrulmaktadır. Yaşamsal toplumlarda yaratıcılıklara, yeni buluşlara daha az  rastlanır. Bizzat yaşayanlarla sınırlı kalsa da, yaşananlardan öğrenilenler daha kalıcı olur. Yaşamsal toplumlarda genelde siyasi liderler de, toplumun bünyesine uygun olarak,  yaşamsal kişiliklerdir. Böylelikle siyasi kadrolar, kitlelerin olayları yaşayarak kavramasını bekler, ondan sonra önlem almayı denerler. Bazen de sonuçlarını fazla düşünmeden, kararlarını, kitleler için anlık popüler konularda almayı tercih  ederler… Yıllar boyu, yaşamsal toplumlarla ilgili bu tür tanımlamalara inandım.

Kavramsal toplumlar eğitim düzeyi daha gelişmiş, birikimleriyle, olayları önceden değerlendirebilen, yönlendirebilen toplumlar olarak tanımlanır. Kavramsal toplumlarda, yukarıdakinin tersine, toplumun kendisi olaylara yön verebilir. Bu toplumlarda insana ve eğitimine, araştırmaya önem verilir. İnsana yatırımın, eğitimin maliyeti yüksektir, ancak genelde kaynak israfını önlediği için, orta vadede topluma faturası hafifler, kaynak savurganlığı olmaz, diye bilirdim. Kavramsal toplumlarda yaratıcılıklara, yeni buluşlara daha çok rastlanır. Toplumda siyasi iradeye hakim olanlar, vizyon, cesaret sahibi olabildikleri ölçüde, yani kavramsal lider olabildikleri takdirde, bazı kararları geniş kitlelerin kavramasını beklemeden uygulamaya koyabileceklerini, genelde sosyal ve ekonomik istikrarın egemen olacağını, düşünürdüm. 

Ezberler bozuluyor

Oysa bugün yaşananlara baktığımızda kavramsal olarak nitelediğimiz bir toplumdan, ABD’den kaynaklanan, ama ne bizim, ne de dünyada başka ülkelerin öngöremediği bir krizin içinde bulduk kendimizi. Kavramsalların ‘iyi eğitimlerinden, yaratıcılıklarından, yeni buluşlarından, pekçok şeyi çok iyi bilmişliklerinden’ kaynaklanan bu krizle pekçok olumsuzluğu, sadece kendi toplumlarına değil, küreselleşmenin etkileriyle, tüm dünyaya bulaştırma sürecinin içine itildik.  Yapılan yanlışlara baktığımda, küreselleşmenin etkisiyle olsa gerek, kavramsal toplumların yaşamsal toplumların özelliklerinden büyük ölçüde etkilenmiş olduğunu görmekteyim! Bu kriz sayesinde, toplumları kategorilere ayırmanın, insanları kategorilere ayırmak gibi  yanlış olabileceğini gördüm.

Roller değişmiş gibi, bizler,  yaşamsal toplum olmanın deneyimlerinle, krizde neler yaşayabileceğimizi bilir gibi, telaşsız beklemekteyiz. Dünyada bizim son 20 yılda yaşadıklarımızı bilmeyen ‘kavramsallar’ nedense durumu pek kestiremez, gelişmeleri öngöremez oldular. ‘Gelişmiş’, ‘kavramsal’ dünyada nerdeyse hemen tüm toplumlar telaş içinde. Umudum, kavramsal toplumların bu olaylardan öğrenebildiklerini kalıcı yaşamsal deneyimler olarak koruyabilmeleridir. Umudum, insanın verdiği yaşam savaşında önemli değeri olan geleceği daha “güvenli” hale getirebilme kaygısının sadece yaşamsal toplumlarla sınırlı bir değer olarak kalmaması ve kavramsal toplumların da kaygısı olmaya devam etmesidir.

Bizde ise  “kavramsal” bir toplum olmaktan çok “yaşamsal” bir toplumun belirtileri sürmekte. Toplumsal dayanışmanın var olduğuna, bu nedenle özellikle ekonomik kriz dönemlerinde yaratılan dayanışma, yardımlaşma ile krizlerin derin çatışmalara dönüşmeksizin önlenebildiği toplumsal değerlerin varlığına inanmaktayım. Geçmişteki krizleri yaşayanlarımızın da yaşadıklarından bazı şeyleri öğrendiklerini, düşünüyorum. Diğer yandan, yaşamsallıktan gerekenleri hala edinmemiş olan siyasi kadrolar, olayları yönlendirmek yerine, kararları toplumun o anki tercihleri doğrultusunda oluşturmaya devam etmektedir. Gelmesi olası bir ekonomik krizin etkisi şimdilik geniş kitleler tarafından yaşanmadığı  (belki de algılanmadığı) için pek şikayet konusu olmamakta. Bu nedenledir ki bu konuda alınması gereken siyasi kararlar sürekli geciktirilmekte… ta ki duvara çarpıp “gerçek yaşanana kadar”.  

Yaşadığımdan öğrendiğim

Çocukluğumda, yazın tatile gittiğimizde kaldığımız ev göl kenarındaydı. Tatilin en keyifli yanı, evin hemen önünde bağlı duran eski, harap, ahşap sandalla oynamaktı. Çoğumuz 12-13 yaşlarında çocuklardık. Kıyıdaki sandala binip, altındaki tapayı açtıktan sonra küreklere asılırdık. Amaç: sandalın içine bir yandan su dolarken, diğer yandan küreklere yüklenip, sandalı batmadan önce gölün ortasındaki sazlığa ulaştırabilmekti. Sazlığa kadar batmadan gidebildiğimizde sandal sazlığın sığı alanında sulara gömülmeden kalırdı. 

Kıyıyla sazlık arasında kayalık bir bölge vardı. Sazlığa giderken küreklere hızla asılmayıp yavaşlarsak sandal sulara daha çok gömülür, o zaman da altı kayalıktaki taşlara çarpar ve batabilirdi. Burada beceri, açık tapası ile su alan sandalı, kayalara sürtmeden sazlığa eriştirebilmekti. 

Göl kıyısındakı evimizin önünde, yaz aylarında, tapası çekik sandalı batırmadan, hızla küreklere asılıp sazlık bölgeye götürebilmek çabasıyla pekçok yaz ayları geçirdik. Nerdeyse tüm çocukluk yazlarımız, hatta gençliğimiz sandalı batırmadan, kayalara çarptırmaksızın, küreklere asılarak sazlığa ulaştırmak için uğraşmakla geçti… Sazlık yolundaki bu kayalara birkaç kez çarpıp, sazlığa kadar gidemeden sandalı batırdığımızı, sulara gömülüp günlerce hastalandığımızı ve daha sonra da sandalın onarımı için 3-4 hafta çalıştığımızı çok iyi hatırlamaktayım.  

Bir yaz, bizden daha büyük, iri yarı ve kilolu bir grup genç ağabey bizim göl kenarındaki mahalleye taşındı. 

İri-yarı ağbeyler birgün yanımıza gelip, kendileri de sandalla bizim yaptıklarımızı yapmak, bizim oyunumuza katılmak istediklerini söylediler. Hemen hepsinin kolları güçlü, bedenleri büyük, duruşları görkemliydi. Konuşmalarıyla, oldukça eğitimli ve herşeyi bilen tipler oldukları anlaşılmaktaydı. Arada sırada İngilizce sözcükler de kullanıyorlardı. Biz de isteklerini kabul edip sandalımızı kendilerine verdik, gölün kıyısına oturup izledik. Üçü birden sandala geçti. Tapayı çekip küreklere asıldılar. Ahşap, harap sandalımız, iri-yarı tiplerin binmesiyle her zamankinden daha fazla sulara gömüldü ama güçlü kürek çekişleriyle hızla ilerlemeye başladı. Sandal ilerliyordu ama ağbeyler açık tapadan giren suyu bizim hızımızda boşaltmadıklarından, içindeki su çoğalıyor, ağbeylerin ağırlıklarının etkisiyle de sandal sulara gömülüyordu. Sonra yarıyolda bir çatırtı duyduk. Sandal önce durdu, sonra bilgili, usta ve görkemli ağbeylerin zaman zaman ingilizce küfürleri arasında, onlarla birlikte sulara gömüldü. Ağbeyler sandalımıza verdikleri zararı bize ödemediler. Bizim de gücümüz yetmedi, isteyemedik.O yaz eski, ahşap, harap sandalımızın onarımınla uğraştık, uzun süre sazlıklara gidemedik.

Diğer Makaleler

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *

Son Makaleler

En Çok Yorumlanan

Öne Çıkan Videolar

Hayatın Hakkını Vermek

Hayatın Hakkını Vermek | Prof. Dr. Acar Baltaş | TEDxIzmir

Mesleğimi nasıl seçmeliyim?

Kurumların yönetim felsefesini hayata taşıyan insan ve değişim projeleri üzerine çalışan Prof. Dr. Zuhal Baltaş, mesleğinizi nasıl seçmelisiniz konusu üzerine bilgi veriyor.

Hayalini Yorganına Göre Uzat

Prof. Dr. Acar Baltaş, TEDxAnkara'da yaptığı konuşmada istek ve başarı arasındaki ilişki ile "yatkın olduğumuz şeyleri hayal etmenin" önemini anlatıyor.

Öne Çıkan Kitaplar

Personova Kişilik Envanteri Testi