Pozitif Psikolojide ‘Beethoven Faktörü’

Ludwig van Beethoven, bugünkü pozitif psikolojinin felsefesini en çarpıcı biçimde yansıttığı için, bu anlayış için bir sembol olmuştur. Hayatındaki büyük bir fizyolojik engele rağmen, kişilik özellikleriyle zekâsının kendisine verdiği güç ve insanlığa sunduğu eşsiz armağanlar, psikologlara tartışmasız bir yol göstericilik yapmıştır. Yaratıcılığı ile kendini insanlığa karşı borçlu ve görevli sayan Beethoven, büyük bir sorumluluk duygusu içinde insanlığını, doğaseverliğini ve ahlaki olgunluğunu eserlerinde dile getirmiştir. Günümüzün pozitif psikoloji yaklaşımında “Beethoven Faktörü” , insanın kendisinde var olduğuna inandığı üstünlükleri yaşatma ve diğerleriyle paylaşma azmindeki ısrarlılık ve tutarlılıktır. İnsan kendi kaderini belirleyen gücün sadece kendinde olduğunu bilmelidir. Pozitif psikoloji akımının savunucularına göre, güçlü özellikleri güçlendirerek zaafları onarmak temel meselemiz olmalıdır. Bu nedenle, bugüne kadar felsefi, soyut ve bilimdışı kabul edilen insan özelliklerini bilimsel yöntemlerle incelemek için sayısız araştırma projesi destekleniyor.

Akademik alanda çalışan düşünürler, 1980’lerin başlarında, bireylerin stres verici benzer koşullara verdikleri tepkiler ve sergiledikleri davranışlardaki farklılıkları saptamaya başladılar. Daha sonraki araştırmalar bireysel farklılıkların hormonlar düzeyinde de oluştuğunu gösterdi. Koşuldan bağımsız ama kişinin tepki türüne bağımlı olan bu dramatik farklı sonuçlar, alanda çalışan bizlerin yoğun ilgisini çekmekteydi. Yapılan araştırma sonuçlarına göre, olumlu inanç ve olumlu tutum özellikle sağlık alanındaki uygulamalarda yaşam kalitesi ve tedavide gelişim sağlıyordu. Olaylara bakış, yorumlayış, odaklanma ve uygulayıştaki ayrıcalıklar insanı tanımlamamıza yeni açılımlar getiriyordu. Bazı bireyler ortak koşullara rağmen, diğerlerine göre yapıcı bir üstünlük sağlıyordu. Biriken bu bilgilerin bugün de psikologların ilgi alanlarına yeni bir yön verdiğine tanık oluyoruz. 

Davranış bilimlerinde “öğrenilmiş çaresizlik” ve “iyimserlik” kavramlarıyla tanınan M. Seligman son beş yıldır büyük ilgi toplayan pozitif psikoloji akımının ve disiplininin yaygınlık kazanmasında öncü oldu. Seligman’a göre günümüzün psikologları, olağan ve normal insanların olağan veya olağan dışı koşullar altında nasıl varlık gösterdikleri hakkında yeterli bilgi toplamıyor ve görüş üretmiyorlar. II. Dünya Savaşı’ndan bu yana psikoloji, olumsuz koşulların insanlar üzerindeki bozucu etkilerine odaklanıyor ve sorunlu insanları “iyileştirme”yi misyon ediniyor. Bu anlayış, hayatını olağan koşullarda sürdüren insanları, organizasyonları ve olağanüstü başarı gösteren insanları dışlıyor. Seligman psikolojinin odak noktasını, olumsuzları giderme çabasından, olumlu nitelikleri geliştirme ve güçlendirmeye kaydırmak amacıyla pozitif psikolojinin sözcülüğünü yapıyor. 2000 yılında Amerikan Psikologlar Derneğinin başkanlığını yaptığı sırada başlattığı bu hareket bugün dünyada hızla yayılıyor, yeni yöntemlerin ve bakış açılarının doğmasına ve denenmesine yol açıyor. 

II. Dünya Savaşı öncesinde psikolojinin başlıca üç ana konusu vardı: Akıl hastalıklarını iyileştirmek, insan hayatını daha verimli ve tatminkâr hale getirmek ve yeteneği ortaya çıkarıp geliştirmek. Ancak savaştan hemen sonra, 1946 yılında Savaş Gazileri Birliğinin, 1947’de de Ulusal Akıl Sağlığı Enstitüsü’nün kurulmasıyla psikologlara açılan yeni iş alanının ekonomik yararları, psikolojinin daha çok “iyileştirme” misyonuna odaklanmasına neden oldu. Bugün ise pozitif psikologlar kendilerini ikinci ve üçüncü başlıkların mirasçısı olarak görüyorlar. 

Pozitif psikoloji, insan yaşamını güzelleştirmek ve ona anlam katmak ile yetenekleri geliştirmek ve yeşertmek amaçlarına sahip çıkıyor. İnsanların güçlü yönlerini ve olumlu özelliklerini öne çıkarmayı hedefliyor. İyileştirmek, yalnızca bozuk olanı onarmak demek değil, aynı zamanda insanların çalışmak, öğrenmek, cesaret, diğer insanlarla ilişki kurmak ve geliştirmek, estetik duyarlılık, azim, bağışlayıcılık, eğlenme, geleceğe yönelik olmak, maneviyat, yetenek, bilgelik gibi olumlu yanlarını da yeşertmektir. Grup düzeyinde ise; sorumluluk, başkalarını düşünmek, desteklemek, adap, hoşgörü, ılımlılık ve çalışma ahlakı gibi özellikler öne çıkmaktadır. 

Pozitif Psikolojinin Dört Ana Konusu 

  1. Pozitif psikolojinin birinci araştırma konusu, kişilerin olumlu yaşantıları ve yaşanan anı bir sonrakinden daha “iyi” kılan özelliklerdir. İnsanlar olanak buldukları zaman kendilerini enerjik, yetkin ve yaratıcı hissedecekleri davranışları seçerler. Böyle durumlarda kendilerini iyi hissederler. Öznel iyilik hali olarak nitelenen bu durum, insanın kendini iyi hissetmesi, doruk yaşantılar, iyimserlik, mutluluk, kendi kaderini tayin etme özellikleri bağlamında ele alınmaktadır. Nobel ödüllü psikolog D. Kahneman’ın yaşantının hedonistik niteliği ve “nesnel mutluluk” kavramına ilişkin görüşleri bu yaklaşımın çıkış noktasıdır. Kuşkusuz sağlıkla olumlu duygular arasındaki ilişkiler de bu alanın en temel konularıdır. Dünya Sağlık Teşkilatının sağlığı geliştirme programlarındaki müdahale çalışmaları bireyin öznel iyilik halini desteklemek ve geliştirmek amaçlı çalışmalardır.Pozitif psikolojinin ikinci ayağı olumlu kişiliktir.
  2. Pozitif psikoloji, insanın özünde, kendi kendini yöneten ve yönlendiren uyumlu hiyerarşik bir yapının var olduğunu kabul eder. Hayatını kontrol etme, olgun insan davranışı, bilgelik, yetenekli performans ve kendini aşmak bu yaklaşımın temel konularıdır. Duygusal Zekâkitabımızın “Olumlu enerji yay, aranan ol” bölümünde ele aldığımız boyut, pozitif psikolojinin olumlu kişilik özelliklerine vurgu yapmaktadır. Çalışmalar, bu özelliklerin yaşam boyu gelişebileceği kabulüne dayanır. 
  3. Olumlayıcı zekâ olarak tanımlanan bu alan, bireyin güçlü yönlerine odakladığı zekâsıyla elde edebileceği üstünlükleri irdeler. Bireysel sınırlılıklarını bilen, kendisi ve etrafındakiler için en üretken olduğu alanı keşfetmiş kişiyi tanımlar. Bu nitelikteki kişiler bu yönde çaba harcayarak, zihinsel enerjisini başarılı olduğu alana odaklar. Bu alanda hizmet, ürün veya eser vermeyi misyon edinir. 
  4. Dördüncü ayak ise, insanların ve yaşantıların sosyal bir bağlam içinde yer aldığı gerçeğinden hareket eder. Olumlu insan yaşantısını yaratan ve yaşatan toplumsal ortamları inceler. Mutluluğu artıran ilişki biçimleri, çağdaş insan yaşamına katkıda bulunan hizmet ve ürünler, insanlara belirli yaşam biçimlerini dayatmayan kültürler ile yeteneği destekleyici sistemleri inceler.

Beethoven Faktörü

Ludwig van Beethoven, bugünkü pozitif psikolojinin felsefesini en çarpıcı biçimde yansıttığı için, bu anlayış için bir sembol olmuştur. Hayatındaki büyük bir fizyolojik engele rağmen, kişilik özellikleriyle zekâsının kendisine verdiği güç ve insanlığa sunduğu eşsiz armağanlar, psikologlara tartışmasız bir yol göstericilik yapmıştır. Yaratıcılığı ile kendini insanlığa karşı borçlu ve görevli sayan Beethoven, büyük bir sorumluluk duygusu içinde insanlığını, doğaseverliğini ve ahlaki olgunluğunu eserlerinde dile getirmiştir.

57 yıllık yaşamını olağanüstü besteleriyle zenginleştiren bu Alman sanatçı, döneminden günümüze kadar bir müzik dehası olarak insanları büyülemiş ve dünyamızı müziğiyle süslemiştir. Viyana aristokrasisindeki müzikseverler tarafından desteklenerek ve özel konserlerin tartışmasız piyano virtüözü olarak; parlaklık, renklerdeki coşku, fantezi ve duygu derinliğiyle piyanoya kattığı yeni soluk dinleyicileri büyülemektedir. Bir yandan “Ay Işığı” sonatının stilindeki aşikâr yenilikler ve duygusal yapı ile, diğer yandan senfoni ve kuartetleriyle müzik dünyasını şaşırtırken, birkaç yıl içerisinde yaşamının en acı gerçeğini ve en büyük krizini yaşayacak, kulaklarındaki ses susacak, dünyasının ışığı kararacaktı. 

Vasiyetnamesi olarak kabul edilen kardeşi Carl ve Johann’a yazdığı mektubunda şunları anlatıyordu: “Yaşamım aniden en iyi koşullardan en zor koşullara dönüştü. Belki biraz iyileşeceğim, belki hiç; buna hazırım. Sadece 28 yaşımda bir filozof olmaya zorlanıyorum. Hiç kimse için kolay olmayan bu durum benim gibi bir artist için çok daha güç. Gelişen olaylar beni yalnızlığa itiyor. Zalim talihim beni ölümle yüz yüze getirene kadar bütün artistik kapasitemi ortaya koymak için çalışacak şansım olacak. Mecalsizlik gelene kadar onu cesaretle bekleyeceğim. Ölümümden sonra bu duygularımı doktorumun açıklayacağı hastalık süreçlerimle birlikte açıklarsanız, dünyayla aramdaki barışıklığın yeniden kurulmasına aracı olursunuz. Beni ölümümden sonrada unutmayın. Bunu sizden istiyorum çünkü ben sizi yaşamım boyu sıklıkla ve sizleri mutlu edecek şekilde düşüneceğim.” (6 Kasım 1802). Bu büyük kişi, yaşamını asla intiharla sonlandırmayacağını bildirerek, ailesine, arkadaşlarına ve dostlarına olumlu mesajlar ve iyi duygular iletiyor.

Büyük bir acıyla ölümün çok yakın olduğu duygusunu yaşadığı bu yılın ardından, büyük bir azim ve kararlılıkla sanatına yöneldi ve hayatının “orta dönem”i denilen çok yaratıcı bir dönemine başladı. 1812’den sonra “ileri dönemi” diye anılan, eskisine kıyasla düşük bir verimlilik yansıtan döneme girdi. Bu son dönemde acı veren bir gayret, müziğinin ayrılmaz parçası haline geldi. Hayatının sonunda, daha önceki hiçbir bestecide görülmediği kadar halka da mal olan bu dehanın cenazesine 10.000 kişinin katıldığı söylenir. Artık o, zorluklara pes etmeden kendi mucizesini dünyaya mal edebilen kahraman bir dehadır.

Günümüzün pozitif psikoloji yaklaşımında “Beethoven Faktörü” olarak anılan bu yaşam gerçeği, insanın kendisinde var olduğuna inandığı üstünlükleri yaşatma ve diğerleriyle paylaşma azmindeki ısrarlılık ve tutarlılıktır. İnsan kendi kaderini belirleyen gücün sadece kendinde olduğunu bilmelidir.

Pozitif psikoloji akımının savunucularına göre, güçlü özellikleri güçlendirerek zaafları onarmak temel meselemiz olmalıdır. Bu nedenle, bugüne kadar felsefi, soyut ve bilimdışı kabul edilen insan özelliklerini bilimsel yöntemlerle incelemek için sayısız araştırma projesi destekleniyor. Bulgularını zaten varolan güçlü, olumlu ve yaratıcı özelliklere uygulamayı ve böylelikle onları yaygın kullanılabilir hale getirmeyi amaçlıyor.

Diğer Makaleler

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *

Son Makaleler

En Çok Yorumlanan

Öne Çıkan Videolar

Hayatın Hakkını Vermek

Hayatın Hakkını Vermek | Prof. Dr. Acar Baltaş | TEDxIzmir

Mesleğimi nasıl seçmeliyim?

Kurumların yönetim felsefesini hayata taşıyan insan ve değişim projeleri üzerine çalışan Prof. Dr. Zuhal Baltaş, mesleğinizi nasıl seçmelisiniz konusu üzerine bilgi veriyor.

Hayalini Yorganına Göre Uzat

Prof. Dr. Acar Baltaş, TEDxAnkara'da yaptığı konuşmada istek ve başarı arasındaki ilişki ile "yatkın olduğumuz şeyleri hayal etmenin" önemini anlatıyor.

Öne Çıkan Kitaplar

Personova Kişilik Envanteri Testi